“Seyreltme” projesi: “Mülteci hukukuna aykırı”
İçişleri Bakanlığının “seyreltme” uygulaması, gözleri sığınmacı sorununa çevirdi. Uzmanlar, projenin uluslararası mülteci hukukuna aykırı olduğuna dikkat çekti.
İçişleri Bakanlığının sığınmacılara yönelik başlatmış olduğu “seyreltme uygulamasının” ayrıntıları netleşti. Bu kapsamda yabancı nüfusun, mahalle nüfusunun yüzde 25’ini aştığı 16 il, her türlü statüden tüm yabancıların kayıt başvurularına kapatıldı.
Aynı uygulama, aralarında İstanbul’un Fatih ve Esenyurt ilçelerinin de bulunduğu 52 ildeki 800 mahalle için de yapıldı.
Bakanlık, kayıt kapamanın dışında yoğunluğun bulunduğu yerleşim yerlerindeki Suriyelileri de gönüllük esasıyla farklı ilçe ve illere yerleştirmek için çalışma başlattı. DW Türkçe’den Eray Görgülü uygulamanın amacını ve sakıncalarını uzmanlara sordu.
Çorabatır: Cenevre Sözleşmesi’ne aykırı
İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi Başkanı Metin Çorabatır, uygulamanın uluslararası mülteci hukuku açısından sakıncalı olduğunu dile getirdi. Cenevre Sözleşmesi’ne dikkat çeken Çorabatır, sözleşmeyle mültecilerin seyahat özgürlüğünün tanımlandığını ifade etti. Çorabatır, “Türkiye bu sözleşmeye coğrafi kısıtlama şerhiyle taraf. Dolayısıyla Göç İdaresi, ‘bu konuda yükümlülüklerimiz bulunmuyor’ diyor. Ancak, bu insanlar mülteci. Seyahat özgürlüğü de bu insanlara yeni bir iş bulmak için verilen imkan” değerlendirmesinde bulundu.
Mültecilere bu hakkın yeni bir hayata ulaşabilecekleri ortam bulmak için verildiğini ifade eden Çorabatır, “Türkiye, bu hakları uygulamada bugüne kadar hoş görüyordu” diye konuştu.
1951 yılında imzalanan sözleşmeye coğrafi kısıt koyan Türkiye, böylece Avrupa Konseyi üye ülkeleri dışından gelen sığınmacıları mülteci statüsünde tanımayacağını ilan etmiş oldu. Bu şerhle Türkiye, Avrupa Konseyi üye ülkeleri dışından gelen ve mülteci statüsü taşıyan kişileri “şartlı mülteci” olarak tanımlıyor ve üçüncü bir ülkeye yerleştirilene kadar geçici koruma sağlıyor.
“Muhalefet partilerinin programında yok”
Hükümetin, muhalefet partilerinin yoğun bir geri gönderme kampanyası ve Ankara Altındağ’daki olaylarla birlikte bu tür tedbirlere başvurduğunu kaydeden Çorabatır, şöyle devam etti: “Mülteci hukukunun üç çözümü vardır. Gönüllü geri dönüş, geldiği ülkede entegrasyon ve üçüncü ülkeye yerleştirme. Geri dönüş şu anda mümkün değil. Üçüncü ülkeye yerleştirmede kotalar biraz arttı ama 4 milyon insanı yerleştiremiyorsunuz 10 yıldır. Burada bu insanların insan onuruna yaraşır belli statüye bağlı olarak yaşamaları gerekiyor.”
Çorabatır, Türkiye’de şu anda hiçbir partinin çözüme yönelik bir programı olmadığını ifade ederek, “Bütün siyasi partilerin seçime giderken programlarında entegrasyonu kalıcı çözüm olarak nasıl gördüklerini net olarak anlatmaları gerekiyor” dedi.
“AB de sessiz kalıyor”
Uygulamanın pratik açıdan da mültecileri zorlayacağını belirten Çorabatır, “Bu insanlar kayıt oldukları şehirlerden yoğun nüfus oluşturdukları şehirlere kendi istekleriyle değil, mecburiyetten geliyor. Bu açıdan büyük bir mağduriyet yaşanıyor” dedi. Çorabatır, Avrupa Birliği’ni (AB) de Türkiye’ye karşı sessiz kalmakla eleştirerek, şunları söyledi: “Maalesef AB de kendisi zaten mülteci haklarını kısıtlayıcı bir sürü tedbirler alıyor. Daha dün UNHCR, Yunanistan’ı ve diğer AB ülkelerini çok ciddi şekilde eleştiren, kötü muamele yaptıklarına dair bir bildiri yayınladı. AB’nin de bütün gayreti Türkiye’deki mültecileri Türkiye’de tutma hevesi.
“Kişilerin barınma ve çalışma hakkı ihlal ediliyor”
Mülteci Hukuku alanında çalışan Avukat Onur Gelbal da, Türkiye’nin Cenevre Sözleşmesi’ne ilk halinden bu yana coğrafi çekince koyduğunu belirterek, şu bilgileri verdi: “Aslında bu şekilde çekince konulmuş olması ilk baştan yanlıştı ve bu yanlışlık da devam ediyor. Türkiye, bu çekinceyi uygulayan dünyada üç, dört ülkeden biri. Hakkı ihlal edilmiş insanları geldiği coğrafyaya göre ayırmak uluslararası hukuka aykırı.”
Bir yandan da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) bir ülkenin, ülkesinde sığınmacıların yaşayacağı belirleme hakkı verdiğini ifade eden Gelbal, “Yine de bunu yaparken kişilerin temel hakları ihmal edilmemeli. Siz bu seyreltme projesiyle kişilerin barınma hakkını, çalışma hayatına katılma hakkını ihlal ediyorsunuz” değerlendirmesini yaptı.
Danış: Seyreltme kararı siyasi bir arayış
Göç Araştırmaları Derneği Kurucu Başkanı, Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Didem Danış ise uygulamayı “ikamet hakkı sınırlaması” olarak değerlendirdi. Danış, “Bence daha önemli bir soru, bu karar neden şimdi ve neden bu şekilde alındı? Bu seyreltme kararı siyasi bir arayış, hatta bir seçim hazırlığı olarak da görülebilir” dedi.
“Saldırılara açık hale getirmek olur”
Alınan kararlarda ilgili tarafların görüşünün alınmamasını eleştiren Danış, “Bu tarz sert kararlardan önce bir hukuki gerekçelendirme ve istişare mekanizması lazım. Mültecileri temsil eden çok sayıda dernek var; alanda ciddi bir birikime sahip STK’lar, akademisyenler var. Bakanlık, tüm bu aktörleri hiçe sayıp tepeden inme kararlarla mülteci politikasını yönetmeye çalışıyor” dedi.
Konunun sosyolojik boyutuna da dikkat çeken Danış, şöyle konuştu: “Mülteciler neden belli yerlerde toplaşıyorlar? Bunun iki temel sebebi var. Ekonomi ve güvenlik. İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyük kentlerde mültecilerin çok sık ev değiştirdiğini görürsünüz. Son yıllarda mültecilere yönelik şiddet olaylarının arttığını pek çok acı olayda gözlemledik. Mülteci nüfusu seyreltmek, onları olası saldırılara açık hale getirmek demek olur. Onları zorla bir yerden alıp, daha az mültecinin yaşadığı yerlere taşımak, kendi çabalarıyla kurdukları güvenlik çemberini dağıtmak demek oluyor.
Tüfekçi: Sosyal uyuma bozucu etkisi ortaya çıkıyor
Dünya Evimiz Uluslararası Dayanışma Derneği Genel Koordinatörü Burçak Sel Tüfekçi de Altındağ olaylarını hatırlatarak, sonrasında yerlerinden edilen mültecilerin gittikleri yerlerde kamu idarelerinin hizmetlerine erişemediğini söyledi.
Tüfekçi, “Bunun hukuki bir dayanağı var mı? Yerinden edilecek olan ailenin nereye yerleştirileceği ile ilgili kesin bir bilgi var mı? Örneğin bunun yazılı bir belgesi var mı?” sorularını yöneltti. Süreçle ilgili başka bir örnek veren Tüfekçi, şöyle devam etti: “Altındağ olaylarından sonra uzak ilçelere örneğin Yenimahalle, Keçiören ilçelerine yerleştirilen ailelerin çoğunun çocuğunun okula kayıt yaptıramadığını biliyoruz biz mesela. Buradan baktığımızda da yapmaya çalıştığımız şeyin kendisi bir yandan sosyal uyuma katkıyken, sosyal uyuma bozucu bir etkisinin ortaya çıktığını görüyoruz aslında.”
Yerlerinden edilecek olan ailelerin gittikleri yerlerde sorun yaşayabileceğini de belirten Tüfekçi, “Konunun ucu açık olmasının tehlikeleri var. Bu tehlikenin başında da Türkiye’nin belki bir örnek olarak 2011 krizinden beri bir örnek ülke olarak yaptığı yani insani bir ülke davrandığı konumunu yerle yeksan etmesi gibi bir sonuç var burada” dedi.