Gündemden düşürülmeyen göçmen meselesi
Türkiye, 2011’de Suriye’de savaşın başlamasından bu yana,Türkiye dünyada en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülke durumunda. Bunun sebepleri sonuçlarının böyle olacağını düşünmeden yapılan dış politika kararları mı yoksa ekonomik krizin sinyalleri verilirken alınan bu göçmenlere Avrupa’nın ”Aman bize gelmesinde siz de kalsın”mantığıyla yapılan yardımlara yeşil ışık yakılması mı bilinmez ama sığınmacılara dair tartışmalar şiddetini artırarak gündemde yerini koruyor.
Dünyadaki diğer tüm ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de sığınmacı meselesi zaman içerisinde ciddi tartışmalara konu oluyor maalesef. Bunda ekonomik krizden dolayı toplumun her konuda hassas hale gelmesini başlıca nedenler arasında sayabiliriz.
Türkiye, Avrupa’dan gelenler ile bazı istisnalar dışında hiçbir sığınmacıyı mülteci statüsünde kabul etmediğinden, Türkiye’deki yabancı uyruklu kimselere dair iki temel ayrım söz konusu. Sığınmacılar ve düzensiz göçmenler.
Sığınmacıların tamamına yakınını, 2011 yılında Suriye’de başlayan savaşın ardından Türkiye’ye gelen Suriye halkı oluşturuyor. İnsani sebeplerden dolayı Türkiye’ye gelen bu kişilerin tamamı geçici koruma statüsünde ve kayıt altında. Bir kısmı kamplarda yaşarken, büyük bir kısmı da ülkeye dağılmış bir durumda. En fazla da İstanbul
Düzensiz göçmenler ise, çoğunluğu Pakistan ve Afganistan gibi ülkelerinden gelen ve sınırı kaçak olarak geçen göçmenler. Bunların Türkiye’ye gelme sebebi, insani sebeplerden öte daha çok ekonomik gerekçeler. Düzensiz göçmenler Türkiye’de belirli veya belirsiz herhangi bir süre boyunca yerleşme gibi bir maksada sahip değil. Büyük kısmı etnik kökenine bağlı olmakla birlikte, ülkesine geri dönene kadar para biriktirmeyi veya Türkiye üzerinden Avrupa’ya geçmeyi amaçlayan göçmenler. Bu kişilerin çoğu İran üzerinden Türkiye’ye giriyor ve İran yönetimi de düzensiz göçmenleri Türkiye sınırına taşıyarak Türkiye’ye girmelerine göz yumuyor.
Bu yüzden sığınmacı ve düzensiz göçmen kavramlarını karıştırmamakta fayda var.
En dikkat çekici noktalardan biri, her ülkede problem olarak algılanabilecek düzensiz göç gibi bir meseleye verilen tepkilerin kin ve yabancı düşmanlığı şeklinde ortaya çıkmasıdır.
Düzensiz göç meselesinin yabancı düşmanlığı ve nefretle ele alınması hem toplumu geriyor hem de meselenin çözüme değil çözümsüzlüğe ilerlemesine olanak sağlıyor.
Sosyal medyada ve meydanlarda son zamanlarda sığınmacılarla ilgili toplumun huzurunu bozacak şekilde halkın hassas olduğu noktalardan saldırarak toplumsal olay çıkarmaya yönelik girişimlere acil önlem almak gerekir. Yoksa telafisi olmayan sonuçlarla karşı karşıya kalınacak.
Sığınmacılara küfürler edilmesi, düzensiz göçle ilgisi olmayan kesimlerin hedef gösterilmesi, olaya dair sürekli bir şekilde yalanların medyaya pompalanması, sürecin durumunu daha da vahimleştiriyor.
Bu durum da zaten ekonomik krizle boğuşan halkı olan daha da gerilimli bir noktaya itiyor. Bu durumun böyle bir noktaya itilmesi, Türkiye üzerindeki amaçlarını gerçekleştirmek isteyen farklı çevrelere de altın bir fırsat sunuyor. Düzensiz göç de böyle bir süreçken, düzensiz göçe gösterilen tepkinin kontrolsüz ve düşmanlık içeren bir tepki olması, konuyu daha derin bir krizin içerisine itiyor. Hal böyleyken bu konuyu ele alırken çok daha dikkatli olmak icap ediyor.
Halkın bu kadar tepkisine rağmen sürecin halen kendi seyrine terk edilmiş olması, ciddi adımlar atılmaması düşündürücü değil mi?
Geçen gün Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriyeli sığınmacılar için İdlib’deki briket ev sayısının 100 bine çıkarılacağını ve başta Azez, Cerablus, El Bab ve Tel Abyad kökenliler olmak üzere 13 bölgeye 1 milyon kişinin dönüşü için de benzer bir proje planladıklarını söylemişti.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu sık sık, iktidar olmaları halinde 2 yıl içerisinde tüm Suriyelileri geri göndereceklerini ve bu projesini Suriye’ye yönelik ekonomik ve diplomatik yollarla yapılacağını söylüyor.
İYİ Parti Genel Başkanı da iktidarlarıyla birlikte Suriye ile ilişkilerin iyileştirilip sığınmacıların ülkelerine öyle gönderileceğini öne sürüyor.
DEVA Partisi lideri Ali Babacan da benzer bir yöntemi tercih ediyor. Babacan, sınır güvenliğinin sağlanması, düzensiz göçün engellenmesi ve sığınmacıların da ülkelerine dönüşü için Suriye’de kalıcı çözüme odaklanılması gerektiğini dile getiriyor.
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu da Suriyelilerin geri gönderilmesi için Türkiye’nin güney komşusunda barışın yeniden tesis edilmesi gerektiği fikrinde.
Görüldüğü üzere siyasilerde kendilerine oy verilmesi adına bu sorunu kullanarak durumu bambaşka bir noktaya taşıyorlar. Ama sadece proje somut fikirler yok hükümet ile birlikte adım atarak soruna kalıcı çözüm bulmak yok…
Oysaki krizin derinleşmesi istenmiyorsa bir an evvel tedbir alınması gerekir. Sokaklarda onlarca kişilik gruplar halinde gezen veya toplumun sosyal yapısına uymayan hareketlerde bulunan düzensiz göçmenlerden duyulan rahatsızlığın yabancı düşmanlığına ve sosyal bir krize dönüşmesine mani olunmalı.
Mülteci sorununun çözümünün merkezinde “Mültecilerin geldikleri ülkeye geri gönderilmesi” değil, mültecilerin insanca yaşayacakları koşulların sağlanması, onların istedikleri ülkelere gitmeleri için gerekli desteğin verilmesi için gerekli diplomatik girişimlerin yapılması vardır. Mültecilerin kendi ülkelerine dönmeleri ise mültecilerin bir baskı olmadan alacakları karara bağlıdır.
Tarih boyunca büyük göçlerde şu açıkça görülmüştür ki göçmenler, terk edip geldiği topraklara geri dönmemişlerdir. Çünkü, “Mültecileri ülkelerine geri gönderme” bugüne kadar hiçbir ülkede çözüm olmamıştır. Türkiye’de olması için bir neden yoktur!
Peki ne yapılmalı?
Durumun tamamen kendi seyrine bırakılması seçilirsem ‘şu projem var bu fikrim var’ gibi söylemlerin bir tarafa bırakılıp olayın ne kadar önemli bir iç mesele olduğunu görülmeli. Toplumun hassasiyetliğinin düşmanlığa çevrilmek istendiği aşikar. O yüzden çok dikkatli hareket edip muhalefetiyle iktidarıyla ortak fikir paydasında buluşup kalıcı çözüm bulunmalıdır.
Aklımızın ve vicdanımızın kabul etmediği kararların telafisi olmayan felaketlerin başlangıcı olacağını unutmayalım….
08.05.2022
Haber/Analiz
F.Rüzgar