Kılıçdaroğlu’nun Diyarbakır ziyaretine dair
Özelde Diyarbakır’ın ve genelde Kürt kamuoyunun Kılıçdaroğlu ziyaretine olumlu bir ilgi gösterdiğini söylemek mümkün. Bu iyimserliğin karşısında, sıradaki gelişmenin ne olacağına dair temkinli bir bekleyiş olacağı da anlaşılıyor. Gerek kamuoyu gerekse toplumun elitleri bu ziyaretin Kılıçdaroğlu ve CHP’yi helalleşme, demokratikleşme, Kürt meselesini çözme konusunda bir adım daha ileriye atmaya teşvik etmesini bekliyorlar.
Persfektif’ten Reha Ruhavioğlu’nun bugünkü yazısında Kılıçdaroğlu’nun ziyaretinin karşılık bulunabilirliği konusunda çarpıcı makalesi şöyle devam ediyor. Tarihsel olarak Türkiye’deki Kürt siyasetinin merkezi konumunda olan Diyarbakır, bu konumundan ötürü Türkiye siyasetinde de önemli bir ağırlık merkezi. Bu sebeple siyasi karşılığı yüksek herhangi bir siyasetçinin Diyarbakır’a gitmesi, herhangi bir şehre gitmesinden çok daha büyük ilgi görüyor. Türkiye siyasetinde şahlanış ve çöküşlerin bir şekilde Diyarbakır’dan geçmesi de yine bu sebeple tesadüf değil.
Bunu noktada, önümüze serilen tarih şeridine bakacak olursak ilk gördüğümüz şey muhtemelen Süleyman Demirel’in 92’de söylediği “Kürt realitesini tanıyoruz” sözü olacaktır. 1999’un son günlerinde Diyarbakır’a gelen Mesut Yılmaz’ın “Avrupa Birliği’ne üyeliğimize giden yolun Diyarbakır’dan geçtiğine inanıyorum” sözü bunu izleyecek ve nihayetinde bu yol Erdoğan’ın 2005’te Diyarbakır’da yaptığı “Kürt sorunu bu milletin bir parçasının değil, hepsinin sorunudur. … Bu ülkenin başbakanı olarak o sorun herkesten önce benim sorunumdur” konuşmasına varacaktır.
Erdoğan’ın 2005 yılında Diyarbakır’a yaptığı ziyareti yükselme döneminin en önemli kavşağı saymak mümkün olduğu gibi 2015’ten bu yana yaptığı ziyaretlerin Diyarbakır ile kendisi arasındaki mesafeyi kapatamadığını, bilakis bu mesafenin duygusal ve siyasal bağlamda açıldığını söylemek de yanlış olmayacaktır. Tarihin Erdoğan’ın elinden almak üzere olduğu talih, bu kez “Bu ülkeye demokrasi gelecekse, herkes kimliğinden, inancından ötürü ötekileştirilmeyecekse bunun yolu Diyarbakır’dan geçer” diyen Kılıçdaroğlu’na göz kırpıyor.
Kılıçdaroğlu ve CHP’nin Dönüşümü
Kılıçdaroğlu, son 10 yılda CHP içinde ve dışında bizzat yaptığı ya da vesile olduğu dönüşümle hem Türkiye siyasetindeki “moderatör ve lider” konumunu pekiştirdi hem de kişisel ve kurumsal itibarını artırdı. Kılıçdaroğlu’nun CHP’yi dönüştürüp güçlendirmek ve siyasete daha etkin biçimde müdahil olmak için yürüdüğü bu “açılım yolu”nun iki ana güzergâhı olduğu söylenebilir. Bunlardan biri CHP’nin ulusalcı kimliği ve laiklik anlayışını yumuşatmak, diğeri de Kürt siyaseti ile ilişkileri revize etmek. Bu iki güzergâhın birinde Kılıçdaroğlu CHP’nin başörtüsü konusundaki tutumunu bir özeleştiriye tabi tutmak, muhafazakâr dünya ile barışma çabalarında bulunmak, Saadet Partisi ile ittifak kurmak gibi adımlar attı. Diğer güzergâhta ise Kürtlerle arasındaki tarihsel bariyerleri esnetmeyi sağlayabilecek girişimlerde bulundu ve nihayetinde HDP seçmeni nezdinde CHP’yi AK Parti’nin yerine ikinci partiye dönüştürdü.
Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun CHP’deki “demokratik dönüşüm” hikâyesinde Mehmet Bekaroğlu gibi dindar ve Sezgin Tanrıkulu gibi Kürt kimliği belirgin aktörleri CHP’ye davet etmesi ve vitrine taşıması, seçmeninin bir kısmını kaptırmayı da göze alarak İYİ Parti’nin seçime girebilmesi için grup kurma yeterliliğine ulaşmasını sağlaması, Saadet Partisi gibi muhafazakâr siyasetin merkezi bir partisi ile ittifak kurması önemli kavşaklar olarak tarihe geçti.
Yine 2019 yerel seçimlerinde İstanbul başta olmak belediyeleri kazanmak için HDP’nin ve kitlesinin desteğini alabilmiş olması, en önemli ve son kavşak olarak hafızalardaki tazeliğini koruyor. Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP’nin bir yandan İYİ Parti ile güçlü ilişkiler kurarken diğer yandan HDP’yi dışlamayıp iletişimi sürdürmesi ve yol kazalarına rağmen Kürtlerin “gönlünü hoş tutabilen” siyaseti, özelde Kılıçdaroğlu’na genelde de CHP’ye moral ve oy desteğine dönüşüyor.
Bununla birlikte; Millet İttifakı’nın HDP ile ilişkisinin İYİ Parti sebebiyle HDP’yi ve Kürtleri tatmin etmeyen bir görüntü verdiği not edilmeli. HDP’nin beklentilerinin İYİ Parti sebebiyle karşılanamadığı ittifakta oluşan boşluğu, ittifak yerine Kılıçdaroğlu ve CHP doldurmaya çabalıyor. CHP’nin Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ziyareti ve iki gün önceki Diyarbakır ziyareti dahil attığı birçok adımın bu boşluğu doldurmaya matuf olduğu anlaşılıyor. Bu durum da olumlu gelişmelere ve CHP ile Kürtler arasında yaşanan yakınlaşmaya rağmen eleştiri ve kaygıların sürmesine sebep oluyor. Kılıçdaroğlu’nun daha önce iki kez ertelenen ziyaretinin en son muhalefetin altılı masasında HDP’siz verilen fotoğrafın Kürt haysiyetini incittiği bir atmosferde gerçekleştiğini de akılda tutmak gerekiyor.
İnsan Kılıçdaroğlu & Siyasetçi Kılıçdaroğlu
Kılıçdaroğlu altılı masaya varan yoldaki çabaları sebebiyle son yıllarda muhalefet cephesini toparlayan “başarılı bir moderatör” ve özellikle son bir yıldır yürüttüğü iletişim stratejisiyle “iyi bir insan” imajı veriyor. Bu imaj Kılıçdaroğlu’nu bir siyasetçi olarak kabullenmekte zorlanan ya da kararsız kalanların “İnsan Kılıçdaroğlu” profiline kredi açmalarını kolaylaştırıyor. Geçiş dönemi için çizilen Cumhurbaşkanı adayı profili de yetkilerinden feragat edebilecek, mütevazı, iyi bir insan olunca Kılıçdaroğlu’nun insani yönü ağır basan bu imajı tanıma da daha uygun hale geliyor. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun insani yönünün siyasi yönünden önde olması bir avantaja dönüşüyor.
Nitekim özellikle Kürt kamuoyunda bir insan olarak Kılıçdaroğlu, bir siyasetçi olarak Kılıçdaroğlu’ndan daha fazla takdir görüyor. Bu durumun ruhuna uygun biçimde Diyarbakır ziyareti, siyasi miting ve etkinlikler yerine daha insani temaslar kurulacak şekilde tasarlanmıştı. Daha önce Urfa’da Şenyaşar ailesinin adalet nöbetini ziyaret eden Kılıçdaroğlu’nun Diyarbakır’da hem Demirtaş’ın babasıyla hem Diyarbakır Cezaevi mağdurlarıyla hem de şehrin kadın aktörleriyle görüşmesi ve HDP önünde eylem yapan ailelere ziyaretle başladığı Diyarbakır seyahatini Tahir Elçi Vakfı ziyaretiyle tamamlaması hem sembolik olması açısından hem de insaniliği merkeze alması bakımından dikkate değer bir bütün oluşturuyor.
Diğer taraftan en son 2014’te Ekmeleddin İhsanoğlu ile gelen ve Kürt meselesine değinmeyen ziyaretiyle pek ilgi uyandırmayan Kılıçdaroğlu, Diyarbakır’a ilk kez bir Cumhurbaşkanı adayı olarak geliyor. Son dönemdeki dönüşümün yarattığı moral destek, Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığının güçlü bir ihtimale dönüşmesiyle birlikte bir sinerji de yaratınca ilgi de beklenti de yüksek oluyor. Havaalanı karşılamasından üye katılım toplantısına, gençlerle buluşmasından sivil toplum temsilcilerinin toplantı salonunu doldurmasına kadar ilgi ziyaret boyunca görünür oldu.
Beklentilere gelince; Kılıçdaroğlu’nun helalleşme vurgusu, Erdoğan’a cevaben Kürt Sorununun varlığını sorunun mağdurlarına referansla dile getirmesi, Diyarbakır Cezaevi’nin Erdoğan’ın vadettiği şekilde kültür merkezi değil de bir insan hakları müzesi olacağı taahhüdünü vermesi ve Roboskî’yi bu ismiyle anması olumlu karşılandı. Bu noktada kamuoyu ile sivil toplum temsilcileri vb. aktörlerin beklentilerinin ve bunların dozajlarının farklılaştığını, Kılıçdaroğlu’nun çarşı-pazarda güçlü bir moral destek bulurken aktörleri yeterince tatmin edemediğini not etmek gerekiyor. Ancak çetin sorular, haklı eleştiriler, net taleplerin konuşulduğu masayı dinlemesi ve beklentiyi doğrudan görmesinin, Kılıçdaroğlu’nun bu yolu yürüyecekse önünde hangi gündemlerin, beklentilerin ve taleplerin olduğunu görmesi açısından da oldukça faydalı olduğunu düşünüyorum.
Beklenti ile Vaat Arasındaki Makas Farkı
Türkiye’deki ekonomi, insan hakları, adalet gibi alanlardaki sorunlar herkesi ortak şekilde etkilerken bu sorunların etkisi bölgede ve Kürtlerde daha derinden hissediliyor. Öncesinde müzakere ve barışla ama 2015’ten bu yana çatışma ve OHAL ile daha görünür olan Kürt meselesi, Kürt kamuoyunda henüz iyileşmemiş yaralar şeklinde tebarüz ediyor. Türkiye’de muhalefetin en güçlü partisinin lideri helalleşme ve bu yaraları iyileştirme iddiasıyla yola çıkınca yarası olanlar o yaraya kendilerinin baktığı gibi bakılmasını, kendilerinin istediği biçimde tedavi edilmesini istiyorlar. Beklenti ile sunulan arasındaki makasın açıklığı da buradan kaynaklanıyor.
Bununla birlikle aktörler de kamuoyu da şunun farkında: Kılıçdaroğlu Kürt meselesinde müspet bir birikimi olmayan bir yerden, tabiri caizse sıfırdan başlıyor. Buna mukabil Erdoğan çıtayı koyduğu yüksek yerden geriye düşüyor. Böyle bir karşılaştırmada kamuoyu ve özelde aktörler sıfırdan bire olan artışı, yüzden doksan dokuza olan düşüşten daha müreccah buluyorlar. Bu da Erdoğan’ın güç ve moral kaybederken gerek CHP’nin gerekse Kılıçdaroğlu’nun moral ve oy desteğini artırmasını beraberinde getiriyor. Ancak CHP’nin Kürt meselesini çözebileceğine dair inanç, oy desteğiyle paralel yükselmiyor. Bu da Kürtler tarafından moral ve oy desteğinin bir teşvik olarak verildiği anlamına geliyor ve esas olan güven ve gönül kazanmak için CHP’ye bir ev ödevi verildiği şeklinde okunmaya daha müsait görünüyor.
Kılıçdaroğlu’nun Diyarbakır ziyareti sürerken konunun konuşulduğu bir twitter sohbet odasında İstanbul’dan Mehmet isimli bir Kürt genç söz alarak Canan Kaftancıoğlu’na hitaben “Kemal Bey’in Diyarbakır’ı ziyaret etmesi İstanbul’da yaşayan bir Kürt olarak benim hayatıma ne katacak?” diye soruyordu. Bu çok haklı soru siyasete bir ev ödevi veriyor. Çünkü yolu Diyarbakır’dan geçen demokrasi ve barışın herkesle beraber İstanbul’daki Diyarbakırlıya da barış, huzur ve eşitlik vadetmesi gerekiyor.
Sonuç olarak özelde Diyarbakır’ın ve genelde Kürt kamuoyunun Kılıçdaroğlu ziyaretine olumlu bir ilgi gösterdiğini söylemek mümkün. Bu iyimserliğin karşısında, sıradaki gelişmenin ne olacağına dair temkinli bir bekleyiş olacağı da anlaşılıyor. Gerek kamuoyu gerekse toplumun elitleri bu ziyaretin Kılıçdaroğlu ve CHP’yi helalleşme, demokratikleşme, Kürt meselesini çözme konusunda bir adım daha ileriye atmaya teşvik etmesini bekliyorlar.