İdlib’de durulmayan su nereye akacak?
Bugün İdlib’deki sorun yalnızca Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından terör örgütleri yaptırım listesinde tutulan HTŞ ve yine listede yer alan Culani’den ibaret değil. Suriye iç savaşına katılmak üzere 2011 yılından sonra dünyanın birçok ülkesinden kalkıp buraya gelen yabancı savaşçıların azımsanmayacak bir bölümü de silahlı muhaliflerin kuzeye çekilmesi sürecinde onlarla birlikte buraya geçip yerleşmiş durumda.
Ümit Kıvanç’ın dünkü Duvar gazetesindeki yazısında da bu konu üzerinde duruluyor.Yazı şöyle:
Heyet Tahrir eş Şam(HTŞ) görünürdeki bâriz üstünlüğü yanıltıcı. Bundan “iskonto edilmesi” gereken çok etken var. İlki, şüphesiz, Ankara emrindeki “Suriye Millî Ordusu”. Binlerce kişilik bu silahlı kuvvetle HTŞ arasında şimdilik sorun yok. Ancak HTŞ Ankara’nın planlarını bozacak işlere kalkışırsa SMO’nun -Türk ordusu desteğiyle- güçlü olduğu bölgelerdeki denetimi toptan yitirebilir.
2 Şubat’ı 3 Şubat’a bağlayan geceyarısından hemen sonra, ABD CENTCOM Özel Kuvvetler elemanları Suriye’nin İdlib vilayetinde, TC sınırına 2-3 km uzaklıktaki bir eve baskın düzenledi ve DAİŞ’in liderini kıstırdı. “Halife” adıyla Ebu İbrahim el-Haşimi el-Kureyşi, kendini ve çoluk çocuk ailesini havaya uçurarak -intihar etmek günah olduğuna göre öyle yapmamış olmalı- kendini öldürme eylemi yaptı. Bu kısmını hepimiz biliyoruz.
Tesadüf müdür, bilinmez, bundan 24 saat kadar önce, İdlib’in tek hakimi ve meşru “devlet”i olmaya çalışan Heyet Tahrir el-Şam’ın “güvenlik” elemanları, vilayetin güneyindeki Cebel el-Zaviye yöresinde bir örgüt karargâhını bastılar. Bu defa hedef DAİŞ değil, El-Kaide bağlantılı Huras el-Din’di. El-Arabi el-Cedid gazetesinin bildirdiğine göre, beş araçla Kensefre kasabasına giren HTŞ elemanları, rakip örgütün önemli simalarından Tunuslu Ebu el-Bera el-Tunisi ile Faslı iki cihatçıyı gözaltına aldı.
Huras el-Din’in öndegelen isimlerinden olan el-Tunisi, El-Kaide’ye sadık bir tecrübeli cihatçı. Bir zamanlar HTŞ’nin bugünkü liderleriyle birlikte El-Nusra Cephesi’ndeydi. Nusra Suriye savaş sahasına elini kolunu uzatmış devletler nezdinde meşru muhatap olmaya yönelip de El-Kaide ile bağını kopardığını ilan ettiğinde el-Tunisi yolunu ayırmıştı.
‘GÜVENLİK’ OPERASYONLARI
HTŞ İdlib vilayetinde otoritesini bütünüyle tesis edebilmek için yoğun çaba harcıyor. Örgüt 2021 başında Huras el-Din’e karşı giriştiği hamleyi ilkbaharda sertleştirdi. İdlib kırsalında birçok yerde örgüt üyelerinin barındıkları yerlere baskınlar düzenlendi, birçok kişi gözaltına alındı. Huras el-Din’in Mısırlı komutanlarından, örgütün yargıçlarından Ebu Zer el-Masri ve oğlu Ebu Hareyre’nin yanısıra, adında “el-Türki” ibaresi bulunan -ya doğrudan Türkiye’den ya başka yerden, Türk kökenli- üç üst düzey militan yakalandı. El-Din üyelerinin çoğu Cisr el-Şuğur çevresinde bulunuyorlar.
HTŞ, Huras el-Din’in yalnız liderlerini hapsetmekle kalmıyor. Örgütün silahlarının önemli bölümünü de ele geçirdi. Ayrıca, radikal rakibinin herhangi bir şekilde kaynak bulmasını, beslenmesini de önlemeye uğraşıyor. İdlib’in birçok yerinde, özellikle rakip örgüt elemanlarının yoğunlaştığı Cisr el-Şuğur’da kırsal alanlara uzanan tenha yollarda bile HTŞ devriyelerinin dolaştığı söyleniyor. En sıkı gözetilen hedef, Huras el-Din başta, herhangi bir örgütün “sınır ötesi” eylem veya faaliyet yapmasının engellenmesi. Bu konu herhalde öncelikle bizi ilgilendiriyor, zira Ankara ile arayı bozacak işler şu anda HTŞ’nin hesaplarını altüst edebilir.
ÇEÇENLERE ‘GİDİN!’ DAYATMASI
2021 yazında HTŞ, Çeçen cihatçıların Cünd el-Şam örgütünü dağlık Lazkiye kırsalındaki mevzilerini terk etmeye zorlamıştı. Cünd el-Şam elemanları silahlarını da teslim etmek zorunda bırakılmış, ailelerini alıp Cisr el-Şuğur yakınında kırsal alana yerleşmişlerdi. Bu yer değiştirme düpedüz zorla, “şu zamana kadar geçmezseniz zor kullanırız” tehdidiyle sağlanmıştı. Al-Monitor’de Sultan al-Kanj’ın bildirdiğine göre, HTŞ adına toplantıya katılan Ebu Meryem el-Kahtani, Çeçen muhatabı Müslim el-Şişani’ye örgütü dağıtmaları dışında hiçbir seçeneği kabul etmeyeceklerini tebliğ etmişti. (El-Kahtani’yi ve temsil ettiği HTŞ yaklaşımını geçen yazımda da konu etmiştim; önemli bir figür.)
Şişani bunun üzerine, “Bize gidin diyorlar, nasıl gidelim!” yollu bir açıklama yapmış, “Örgütümüzü kuralı sekiz yıl oldu, HTŞ ile veya başka cihatçı gruplarla bir defa bile çatışmadık,” demiş, isyan etmişti: “Buraya gelip savaştığımız için hepimiz hakkında uluslararası arama kararları var, nereye gidebiliriz?”
HTŞ Cünd el-Şam’a açıkça, İdlib’deki tek örgütlü ve silahlı otoritenin kendisi olacağını bildirmişti. Bu, örgütün Rusya başta olmak üzere bütün dünyaya kanıtlama peşinde koştuğu, şimdilik temenniden ibaret olan formül. Tabiî HTŞ tek otorite haline gelmekte başarılı olduğu oranda, Ankara da Rusya ve İran’a anlaşmalarla taahhüt ettiği şeyi, “İdlib’deki cihatçı grupları dağıtma” işini becermiş olacak. Elbette bütün bu varsayım, HTŞ’nin artık “terör örgütü” sayılmaması koşuluna bağlı.
Bir koşul daha var: İdlib’deki yabancı “savaşçı”ların buradan çıkarılması. HTŞ bunun için, dağıtmaya giriştiği başka örgütlerdeki Suriyeli cihatçıları kendi saflarına katmaya bakıyor. Lâkin “çıkarılması” umulan yabancı savaşçılar nereye gidecek? Cünd el-Şam’ın Çeçen liderinin dediği gibi, hepsi -Suriye’deki Kafkas kökenliler, Afganlar, Kazaklar, Uygurlar…- Suriye’den çıktıkları anda iyi ihtimalle tutuklanıp yargılanırlar ve çoğu uzun hapis cezaları alırlar. Ülkelerine -meselâ Çin’e, Rusya’ya- gönderilmeleri halinde çoğu daha kapıdan girerken ortadan kaldırılırlar. Nereye gidebilirler?
Galiba örgütlü ve silahlı olmayanların sade vatandaş olarak göze batmadan yaşaması gibi bir formül el altından uygulanmaya çalışılıyor. Bu formül, Kafkasya ve Orta Asyalı savaşçıların bir kısmının Türkiye’ye aktarılmasını da kolaylaştırabilir.
Yalnız Huras el-Din’le işlerin bu formüle göre yürütülemeyeceği belli. Bu örgüt doğrudan El-Kaide ile bağlantılı ve HTŞ’den memnunsuzluk duyanlar için âdetâ iki kapı ötede. HTŞ’nin, bizzat zaptetmeye çalıştığı cihatçıların gözünden düşmeden, bu örgütün onlar nezdinde itibarlı liderlerini çabucak yok edivermesi mümkün görünmüyor. İki yıl içinde, en üst kademeden lider konumundaki on yedi kişi dahil Huras el-Din’in altmış beş öndegelenini tutuklanmış olmalarına rağmen sorunun ortadan kaldırılamayışı dikkat çekici.
Bu yüzden HTŞ mevzi yıpratma operasyonlarıyla ilerliyor, örgütün hem hareket kapasitesini yok etmeye hem de arz ettiği potansiyel tehlikeyi ufaltmaya uğraşıyor. HTŞ bu yılın Ocak ayı sonlarında da Cisr el-Şuğur’da Huras el-Din örgütüne ait bazı yerlerle örgüt üyelerinin evlerini bastı, 11 örgüt üyesiyle birlikte, Şam el-İslâm grubundan bazı Faslı cihatçıları gözaltına aldı.
HTŞ’NİN KAYGILARI
Huras el-Din ve başka ufak radikal oluşumların, silah ve kafa sayısı bakımından HTŞ ile uzaktan yakından kıyaslanamayacak halde bulunuşuna rağmen onun tarafından böylesine ciddî tehdit olarak görülüşü, muhtemelen İdlib’deki cihatçı nüfusunun hoşnutsuzluğu arttıkça gözünü karartıp radikal yollara sapabileceği ihtimalinin canlılığından ileri geliyor.
HTŞ’nin İdlib’deki öbür örgütlere yönelik sindirme-dağıtma operasyonlarının yalnızca bölgede örgüt tekeli kurma hedefi gütmediğini anlamak önemli. Meselâ bazı Şam el-İslâm üyelerinin, Türk konvoylarına saldırılar düzenleyerek İdlib’deki TC varlığına karşı ahaliyi tahrik ettikleri gerekçesiyle gözaltına alındıkları söyleniyor. (Bunlardan hiç haberimiz olmayışını da şuraya kaydedelim.)
Kürt cihatçıların örgütü Ensar el-İslâm’ın öndegelen elemanlarının da sık sık gözaltına alınıp bırakıldığı görülüyor. Örgütün askerî sorumlusu Abdurrahman el-Kurdî’nin halâ HTŞ’nin elinde tutuklu bulunduğu söyleniyor.
HTŞ’nin, kendisi dışındaki örgütlerin etkinliğinin artması ihtimalinden duyduğu rahatsızlık yalnız paranoya ürünü değil. HTŞ -ortalama cihatçıya göre- uzlaşmacı ve fazla “düzen-içi” bir çizgiye çekilmesinden ve kendini önce Ankara’ya, şimdi de Washington’a meşru muhatap olarak kabul ettirme hedefiyle davranmaya başlamasından itibaren, hiç hafiflemeden süren bir gerilim var. Cihatçı kadroların çoğu, Rusya bombardımanıyla imha edilmemek için HTŞ çatısı altına sığındılar, ancak bunca yıllık mücadelenin, bunca kurbanın ardından, kimi elemanlarının da kurulacak yeni düzenin hapishanelerine tıkılacağı bir boyun eğme dönemini kabullenirler mi? Bir yanda gözlerinde gayet muteber radikal alternatifler varken… Üstelik onları pekâlâ o tarafa yönlendirebilecek, cihatçılar nezdinde saygın Selefi fikir ve eylem adamları bölgede cirit atıyorken.
Kısa zaman önce birlikte savaştıkları cihatçılara yönelik olarak HTŞ’nin bastırma, etkisiz hale getirme operasyonlarıyla gösterdiği cevvaliyet bizzat bu örgüt içinde de huzursuzluk yarattığından, HTŞ muhalefet potansiyeli oluşturduğuna inandığı kendi elemanlarını da gözaltına almak zorunda kalabiliyor.
ANKARA ETKENİ
Böylece anlıyoruz ki, HTŞ’nin görünürdeki bâriz üstünlüğü yanıltıcı. Bundan “iskonto edilmesi” gereken çok etken var. İlki, şüphesiz, Ankara emrindeki “Suriye Millî Ordusu”. Binlerce kişilik bu silahlı kuvvetle HTŞ arasında şimdilik sorun yok. Ancak HTŞ Ankara’nın planlarını bozacak işlere kalkışırsa SMO’nun -Türk ordusu desteğiyle- güçlü olduğu bölgelerdeki denetimi toptan yitirebilir. Türkiye ile arayı bozarsa HTŞ’nin varlığını sürdürmesi kolay olmayacak. Bu, Rusya tarafından imha edilmemenin de garantisi.
HTŞ’nin hegemonyasını sallantılı kılan ikinci etken, güçbirliklerine mecbur oluşu. Birçok örgüt kendini lağvedip onun çatısı altına girdi, ama bu büyük ölçüde mecburiyetten veya geçici hesaplarla oldu. Meselâ Cisr el-Şuğur yöresindeki binlerce Uygur Türkünün mensubu bulunduğu, El-Kaide ile arası gayet iyi Türkistan İslâmî Partisi hâlihazırda HTŞ ile müttefik. Ama dönecek yeri olmayan bu ahali, İdlib’in cihatçılarının da kendilerine yer bulacağı bir “yeni Suriye” tasarımında haliyle dışlandığında ne olacak?
Uygur ve Kazak -hattâ Kafkasya kökenli- cihatçıların Türkiye dışında gidebilecekleri yer, Ankara’nın sözünü dinlemek dışında çareleri yok görünüyor. Öte yandan HTŞ’nin Türkistan İslâmî Partisi ile ilişkisi de “Suriye Millî Ordusu” ile ilişkisi gibi, Ankara’nın tercihlerine bağlı. Başka şartlarda yumuşama, uzlaşma, meşrulaşma çizgisine en sert karşı çıkan örgütlerden olması beklenecek olan Türkistan İslâmî Partisi ve çoluk çocuk Suriye’ye göçüp Cisr el-Şuğur’a yerleşmiş, geri dönme şansı bulunmayan on-yirmi bin arası Uygur Türkü ve Kazak militanın görünür vadede Ankara’nın sözünü dinlemekten başka çaresi olmayacak muhtemelen.
HTŞ NASIL YÖNETEBİLİR?
HTŞ’nin İdlib’deki egemenliğine dair soru işaretleri yaratan üçüncü etken, bizzat örgütün iş yapma tarzından kaynaklanıyor. Gerçi kurdukları “Selamet Hükümeti” birçok yerde kamu hizmetlerini iyi kötü görüyor ve sivil idarecileri vs. var. Ancak bu örgüt esas olarak savaş ortamında, bombardımanlar altında, hem de başka cihatçı örgütlerle bol kanlı, bol kayıplı savaşlar içerisinde şekillendi.
Bir örnek, durumu daha iyi anlamamızı sağlayacak. 10 Şubat günü, iç göçle şişmiş nüfusu bir buçuk milyonu aşan Atme kasabası yakınında, Deyr Ballut kavşağındaki kontrol noktasında, az ötedeki mülteci kampında çocuklarıyla birlikte yaşam savaşı veren bir kadın, birkaç litre kaçak dizel yakıtı yüzünden HTŞ’nin “güvenlik görevlileri” tarafından vuruldu. Başından vurulan 28 yaşındaki Fatma Abdurrahman el-Hamid Bab el-Heva’ya götürülüp hastaneye yatırıldı ama kurtarılamadı. Bunun üzerine Atme’deki bazı mülteciler protestoya giriştiler, el-Hamid’in vurulduğu kontrol noktasını basıp kulübeyi ve üç motosikleti ateşe verdiler. HTŞ’liler kalabalığa da ateş edip birilerini yaraladılar
Daha önce, Rusya hava kuvvetleri ve İran milisleri destekli Suriye ordusu İdlib’in bir kısmını cihatçıların elinden alana kadar HTŞ’nin öncülü el-Nusra’nın denetiminde bulunan Maaret el-Numan’da halk sık sık Nusra’yı protesto eylemleri yapar, Nusra militanları havaya ateş açarak kalabalığı dağıtmaya çalışırlardı. Yöre sakinlerine gösterilen özenin iç mültecilerden esirgenişi, HTŞ’nin hükmetmeye çalıştığı araziye hakimiyeti konusunda şüphe yaratıyor. Zira şu anda İdlib’in nüfusunun büyük bölümü başka bölgelerden buraya gelmiş ya da en azından İdlib içerisinde yer değiştirmek zorunda kalmış insanlar.
Tam bu satırları yazarken bir video çıktı karşıma: Deyr Ballut kavşağında göstericilerle HTŞ’liler arasında çıkan olayları bastırmak için -TSK denetimindeki- “Suriye Millî Ordusu” araba araba “asker” gönderiyordu oraya. Anlatmaya çalıştıklarımın canlandırılması gibi oldu olay…