Analiz

‘Yeni Ortadoğu’ emperyalist ateşle şekilleniyor

Gazze, Lübnan, Suriye ve Yemen’den sonra İsrail’in İran’a yönelik saldırılar Ortadoğu’daki tansiyonu daha da artırdı. İsrail’in çeşitli İran kentlerine yönelik operasyonları sonrası, İran da karşılık vererek Tel Aviv ve Hayfa gibi İsrail şehirlerine saldırılar düzenledi. Bu saldırılar sonucunda ilk kez bu şehirlerde yıkımlar ve can kayıpları yaşandı.

İsrail’in bu hamleleri, ABD’nin bölgedeki stratejik hedefleriyle bağlantılı olarak değerlendirilirken, kamuoyunda İsrail’in tek başına hareket etmediğine dair güçlü bir kanaat hakim. ABD eski Başkanı Donald Trump’ın ise İran’a yönelik tehditkâr açıklamalarda bulunarak, Tahran yönetimini daha büyük bir askeri müdahaleyle uyardığı bildirildi.

İran yönetimi ise, saldırıların boyutunu artırarak askeri caydırıcılığını göstermeye çalışırken, aynı zamanda diplomatik bir dil de kullanarak, “ABD ve İsrail saldırıları durdurursa, biz de dururuz” mesajı verdi. Bu gelişmeler, bölgedeki istikrarsızlığın daha da derinleşebileceğine işaret ediyor.

Arap basınında ise analizler ABD-İsrail planının ne olduğuna odaklanıyor. İran rejiminin ve “direniş ekseni”nin olmadığı, ABD ve İsrail’e boyun eğmiş bir Ortadoğu’nun ateş ve kanla şekillendiği yorumları ağırlıkta.

‘İsrail’in hedefi en başından İran’dı’

Lübnan gazetesi Ennaşra’ya yazan Muhammed Alluş, “Bu oyun ne sadece bir tepkiydi ne sınırlı bir macera ne de sadece Hamas, İslami Cihad ve Hizbullah’ı kuşatma girişimiydi. Bu başından beri titizlikle hazırlanmış bir plandı ve nihai hedefi eksenin başı olan İran’dı” dedi. Alluş,“Gazze’ye yönelik savaş, hâlâ İsrail için bir kapıydı: Hedefi, İsrail varlığına tehdit oluşturan eksenin kalbine yönelmiş kapsamlı bir bölgesel savaştı” diye ekleyerek İsrail ve ABD’nin nihai planının “yeni Ortadoğu haritası” çizmek olduğuna vurgu yaptı.

Netanyahu’nun hedefleri gerçekleşiyor mu?

Al Kuds Al Arabi başyazısında “Trump ile İran’a yönelik diplomatik seçeneği ve Netanyahu’nun savaş yanlısı, müzakereleri sona erdirmeyi hedefleyen tercihleri arasındaki tartışma fiilen Netanyahu lehine sonuçlandı” denilerek, “eğer yeterli unsurlar birikirse” İsrail operasyonunun ABD ve Batılı müttefiklerinin de dahil olduğu kapsamlı bir savaşa dönüşme dinamiğini başlatabileceğine dikkat çekti: “Böylece Netanyahu’nun iki hedefi gerçekleşebilir: Birincisi, İran’ın nükleer programının sona erdirilmesi, bölgedeki İran etkisinin bitirilmesi, askeri kapasitesinin yok edilmesi ve belki de tüm İran rejiminin devrilmesi; ikincisi ise, İsrail içindeki gerginliği yeniden kendi liderliği altında toplayarak, üzerindeki iç baskıları sona erdirmesi”

Kim kazanacak?

Suudi Arabistan merkezli Şarkul Avsat’taki bir analiz ise Körfez ülkelerinin İsrail saldırısı karşısındaki pozisyonuna ışık tutabilir: “Üstelik, eğer amaç yalnızca İran’ın nükleer silah edinmesini engellemek ve füze kapasitesini budamaksa, İran’da mevcut rejimin yerine geçecek alternatif bir siyasi program olmadan yürütülen bu operasyonların, öngörülemeyen sonuçlar ve tepkiler doğurmayacağının bir garantisi var mı?​”

Filistinli Yazar Abdulbari Atwan ise Rai al Youm’daki köşesinde ABD’nin İslam Devrimi ile devrilen İran Şahı’nın oğluyla anlaştığına dikkat çekerek bir rejim değişikliği istendiğini yazdı. Atwan, savaşı İran’ın kazanacağına savunarak şu yorumu yaptı: “İsrail-ABD’nin İran’ı yok etme, rejimi devirme ve değiştirme planının başarı şansı yok denecek kadar azdır ve yaklaşık yarım asırdır bu konuda yapılan tüm girişimlerin karşılaştığı aynı kaderle karşı karşıya kalacaktır. Değişecek ve kesinlikle yok olacak olan İsrail’in varlığıdır.”


İsrail, Ortadoğu’yu kendi evlatlarının kanıyla yeniden şekillendiriyor

Muhammed Alluş
Ennaşra/Lübnan

7 Ekim’den sonra Netanyahu’nun zihnini okuyan, Gazze çıkmazından ve biriken yenilgilerin tozundan kurtulmaya susamış İsrail’in aklını analiz eden ve Beyaz Saray’a dönen ABD Başkanı Donald Trump’ın şifresini çözen herkes bilir ki bu oyun ne sadece bir tepkiydi ne sınırlı bir macera ne de sadece Hamas, İslami Cihad ve Hizbullah’ı kuşatma girişimiydi. Bu başından beri titizlikle hazırlanmış bir plandı ve nihai hedefi eksenin başı olan İran’dı …İsrail ne yaptığını biliyordu. Gazze’ye yönelik savaş, hâlâ İsrail için bir kapıydı: Hedefi, İsrail varlığına tehdit oluşturan eksenin kalbine yönelmiş kapsamlı bir bölgesel savaştı.

Gazze’deki katliamların, diğer cephelerdeki (Lübnan güneyi, Golan, Irak, Yemen) gerilimle aynı zamana denk gelmesi tesadüf değil. Güney Beyrut’ta (Dahiyye) suikastların artması, Lübnan hava sahasının düşman uçaklarına tamamen açık hale gelmesi ve sınırların karşılıklı bombardıman alanına dönüşmesi de boşuna değil.

Savaşın gidişatını dikkatle inceleyen biri şunu açıkça görebilir: Amaç sadece Gazze’yi düşürmek ya da yalnızca Hizbullah’a darbe vurmak değil, tüm ekseni büyük bir savaşa sürükleyip sonrasında asıl darbeyi haklı gösterecek zemini hazırlamaktır: İran’ı vurmak. İran düştüğünde ise direnişin başı düşer ve Irak, Suriye, Libya ve Yemen’in parçalanmasıyla başlayan “yeni Ortadoğu haritası” tamamlanmış olur.

Aynı şekilde, Trump ikinci döneminde “önce Amerika” sloganını artık içine kapanmacı anlamda kullanmıyor; bu kez büyük anlaşmayı yalnızca siyasi ve ekonomik baskılarla değil, ateşle tamamlama niyetiyle geri döndü: Hedefi bölgenin tamamını eksiksiz şekilde İsrail’e teslim etmek. Bunun ön şartı ise, Washington, Tel Aviv ve bazı bölgesel ülkeleri rahatsız eden “İran tehdidinin” ortadan kaldırılması.

Bu bağlamda, Suriye’nin düşüşünden önce İsrail’in oradaki son hamlelerini de bu çerçevede değerlendirmek gerekir: Suikast zincirleri, silah depolarına hava saldırıları, Devrim Muhafızları ve Hizbullah’ın üst düzey komutanlarının hedef alınması… ve ardından Beşar Esad’ın devrilmesiyle gelen “ölümcül darbe”. Bu, İsrail’e göre Tahran’ı devirmeye giden yolda gerekli bir adımdı. Oysa 13 yıl süren küresel savaşla başarılamayan bu hedef, şimdi büyük bir savaşın kapısından gerçekleştirilmek isteniyor olabilir.

Gerçekte ne İsrail ne de Amerika, İran’ı kandırdı. 7 Ekim’de Netanyahu ve ekibinin bir tuzağa düştüğünü sananlar, tabloyu yüzeysel okuyor. İsrail, Amerikan ve uluslararası destekle, bilinçli olarak bu yarayı kabul etti ve ardından tüm ekseni hedef alan bir savaşa girişti. Bu eksen geniş çaplı savaştan kaçınmaya çalıştı ve İsrail’in ya da Amerika’nın bunu istemediğini düşündü. Oysa sonuçta Tel Aviv savaşı kendi istediği zemine çekti ve Filistin, Lübnan ve Suriye’de dökülen kanı, büyük bölgesel savaşa giden bir köprüye dönüştürdü.

Tüm işaretler, yeni Ortadoğu’nun ateşle şekillendiğini gösteriyordu; İsrail ise yalnızca uygulayıcı bir araçtı, perde arkasında ise rollerin dağılımını yapan Amerikan aklı duruyordu. İran’ın liderliğindeki eksenin, her ne kadar ondan kaçınmaya çalışsa da, bu oyunu fark etmiş olması beklenirdi. Çünkü bu tur, önceki turlara benzemez; bu, ya İran ve müttefiklerinin varlığını sağlamlaştırması ya da yok olup bölgenin tamamen İsrail’e teslim edilmesi turudur. Zira yeni Ortadoğu artık kanla yazılıyor.


İran’a yönelik yıkıcı savaş bölgenin çehresini değiştirmeyi hedefliyor

Rıdvan ez-Zeyyib
Addiyar/Lübnan

Bölge, ABD-İsrail’in İran İslami rejimini devirme ya da teslimiyet koşullarında müzakerelere sürükleme kararı ışığında on yıllardır irili ufaklı savaşların yaşandığı karanlık bir tünele girdi. Bu şartlara göre İran’ın tek yapması gereken, tüm Amerikan taleplerini kabul edip imza atmak ve boyun eğmek. Ancak Tahran, nükleer programıyla ilgili olarak Amerikalılarla yapılması planlanan müzakerelere katılmayacağını açıkladı.

İsrail’in hava saldırıları, İran’daki üst düzey askeri liderleri, nükleer ve füze tesislerini, sivil mahalleleri, havaalanlarını ve altyapıyı hedef aldı. Mossad’ın da İran içerisinden yürüttüğü İHA saldırıları ve suikastlarda önemli bir rol oynadığı belirtildi. Hava operasyonlarına farklı büyüklükteki 300 uçak katıldı ve yüzlerce ölü ve yaralıya yol açtı; ayrıca büyük bir yıkım meydana geldi. Askeri operasyonlara eş zamanlı olarak medya üzerinden, İran rejiminin ne kadar kırılgan olduğuna, zayıflığına ve üst düzey generaller arasındaki güvenlik açıklarına dair yoğun bir propaganda yürütüldü.

Ancak İran’ın yanıtı gecikmedi; Tahran, İsrail saldırısından saatler sonra yüzlerce insansız hava aracı (İHA) ve balistik füzeyi dalgalar halinde fırlattı. Bu saldırılar, Tel Aviv’den Hayfa ve Celile’ye kadar işgal altındaki Filistin’in farklı bölgelerini hedef aldı; büyük hasara yol açtı ve milyonlarca insanı sığınaklarda ve güvenli bölgelerde kalmaya mecbur bıraktı. İç cephe komutanlığının talimatları doğrultusunda hareket edilirken, askeri sansür uygulamaları sıkılaştırıldı. Tel Aviv ise önümüzdeki günlerin ve haftaların zorlu geçeceğini öngörüyor…

Büyük soru şu: Hedef İran rejimini devirmek mi, yoksa onu başkalarının şartlarıyla müzakereye zorlamak mı? İsrail’in bu operasyonu ne kadar sürecek? Gelişmeler topyekûn bir savaşa mı evrilecek?

Beyrut’taki Amerikan büyükelçisinin Lübnanlı yetkililere açık bir uyarı ilettiği bilgisi ortaya çıktı. Buna göre, Güney Lübnan’dan İsrail’e herhangi bir füze fırlatılması halinde, İsrail’in şiddetli ve yıkıcı bir karşılık vereceği bildirildi. Ayrıca, Lübnan ordusu ile Hizbullah arasında gerçekleşen temaslarda, Hizbullah’ın orduya herhangi bir füze fırlatmayacağını teyit ettiği ifade edildi.


İran’a karşı savaş seçeneği kesinleşti mi?

Al Kuds Al Arabi
Başyazı

Olayı çevreleyen gelişmeler, İsrail’in saldırısının uluslararası bir koordinasyonla gerçekleştirildiğini gösteriyor. Bu koordinasyonun ilk işaretleri, geçtiğimiz çarşamba günü Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak, Bahreyn ve Kuveyt’teki diplomatlarını geri çekme kararıyla ortaya çıktı. Bunu, perşembe günü Uluslararası Atom Enerjisi Ajansının İran’ın nükleer silahların yayılmasını önleme yükümlülüklerini yerine getirmediğini duyuran kararı izledi.

Başta ABD dahil olmak üzere Batılı ülkeler tarafından devam eden saldırılara ilişkin yapılan açıklamalar iki yönde ilerledi. Birincisi, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Almanya Başbakanı Friedrich Merz’in “İsrail’in kendini savunma hakkı” konusundaki açıklamalarıyla temsil edilen saldırıya ilişkin açık veya örtük bir onay beyanıydı. İkinci yön, Batılı ülkelerin (ABD de dahil olmak üzere) İran’a karşı İsrail operasyonuna askeri olarak katılmadıklarını beyan etmelerine odaklandı.

ABD Başkanı Donald Trump’ın saldırıyla ilgili açıklamaları özel bir değerlendirmeyi hak ediyor. İsrail saldırısından sadece “bildirim” almadığını, saldırı hakkında “Tam olarak haberdar olduğunu” ve bu saldırının “çok başarılı” olduğunu defalarca ifade etmiş olmasına rağmen, bu açıklamaların bir kısmı, Trump’un, bu İsrail saldırılarının Tahran’ı ABD ile anlaşmaya varmak için Amerikan şartlarını kabul etmeye zorlayabileceği yönünde bir beklenti içinde olduğunu yansıtıyor.

Netanyahu’nun, Trump yönetimini saldırının müzakerelerle ulaşılamayan hedefleri gerçekleştirmede kullanılabileceğine ikna eden baskı kartlarını biriktirmesinde birçok unsur etkili oldu. Bunların başında, Trump’ın İran’a verdiği iki aylık sürenin dolması, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansının saldırıya uluslararası bir gerekçe sağlayan kararı ve İran’ın uranyum zenginleştirme oranını yüzde 60’a çıkardığını ilan etmesi geliyor. Bu son açıklama, İsrailliler tarafından savaş propagandasında da kullanıldı; Tahran’ın birkaç gün içinde nükleer bomba üretmenin eşiğinde olduğu iddia edildi.

Trump ile İran’a yönelik diplomatik seçeneği ve Netanyahu’nun savaş yanlısı, müzakereleri sona erdirmeyi hedefleyen tercihleri arasındaki tartışma fiilen Netanyahu lehine sonuçlandı. Bu durum, eğer yeterli unsurlar birikirse (Örneğin, İran’ın Körfez’deki Amerikan güçlerini hedef alması gibi), İsrail operasyonunun ABD ve Batılı müttefiklerinin de dahil olduğu kapsamlı bir savaşa dönüşme dinamiğini başlatabilir. Böylece Netanyahu’nun iki hedefi gerçekleşebilir: Birincisi, İran’ın nükleer programının sona erdirilmesi, bölgedeki İran etkisinin bitirilmesi, askeri kapasitesinin yok edilmesi ve belki de tüm İran rejiminin devrilmesi; ikincisi ise, İsrail içindeki gerginliği yeniden kendi liderliği altında toplayarak, üzerindeki iç baskıları sona erdirmesi.


İran’daki İsrail sabahından sonra ne olacak?

Meşari ez-Zeydi
Şark ul-Awsat / Suudi Arabistan

Burada daha önce de gündeme getirilen temel soru şudur: İran’a karşı bu yeni operasyonların amacı İran rejimini “Sonlandırmak” mı, yoksa daha ileri gitmeden ona “Boyun eğdirmek” mi?

Bu soruya verilecek cevaba göre, önümüzdeki gelişmeleri ve Ortadoğu bölgesindeki ülkelerin bu hedef karşısında nasıl bir tepki vereceğini tahmin edebiliriz.

Üstelik, eğer amaç yalnızca İran’ın nükleer silah edinmesini engellemek ve füze kapasitesini budamaksa, İran’da mevcut rejimin yerine geçecek alternatif bir siyasi program olmadan yürütülen bu operasyonların, öngörülemeyen sonuçlar ve tepkiler doğurmayacağının bir garantisi var mı?

Başka bir deyişle, İran’a karşı herhangi bir yeni siyasi devrimci sonuç olmaksızın niteliksel askeri operasyonlarla mı karşı karşıyayız?

Mevcut füze savaşı kimi değiştirecek?

Abdul Bari Atwan
Rai al Youm

İsrail’in İran’a yönelik son saldırısı, bazı nükleer tesislerini bombalamakla gerçekleşti ve bunun ardında yatan İsrail ve Batı’nın niyetini ortaya çıkardı: İran’da hüküm süren İslam devrimi rejimini Batı yanlısı bir rejimle değiştirmek; İran’ı Batı hegemonyasının kampına geri döndürmek. İslam devrimi öncesinde olduğu gibi. İran’ın nükleer programı ve tehlikeleri hakkındaki tüm konuşmalar ve sızıntılar, sadece göz boyama ve aldatmacadır.

Benyamin Netanyahu’nun İran Şahı Rıza Pehlevi’nin oğluyla rejim değişikliği konusunda anlaşmaya varmış olması tesadüf değildir. Netanyahu, İran halkına rejimi devirmek için devrim yapma çağrısında bulunan bir mesaj gönderdi ve işgalci İsrail devletinin “dost” olarak yanında durup, bu devrimci ayaklanmaya destek ve koruma sağlayacağına dair söz verdi. İran Şahı’nın oğlu da, tonu ve gündemi açısından benzer bir konuşma yaptı. Şu günlerde, iktidara geri dönmeyi arzulayan Şah’ın oğlu, tüm Batı televizyonlarında, Özellikle Amerikan ve İsrail televizyonlarında yoğun bir şekilde yer alıyor ve İslam rejimini kışkırtmak ve devrilmesini hızlandırmak için çalışıyor. Bunun nedeni İran değil, tamamen siyonizm.

Bu günlerde siyonist hareketin önderlik ettiği Batı, Filistinlilerin topraklarının tamamını geri alma hakkını destekleyen tüm Arap ve İslam rejimlerini yok etme hedefine hizmet etmek için onu kullanıyor. Bu Batı, bugünlerde şiddetle harekete geçiyor ve liderlerinin çoğu, işgalci devletin yanında İran’a karşı savaşmaya hazır olduklarını ilan ediyorlar. Netanyahu’nun saldırıyı başlatan kişi olduğunu ve nükleer tesisleri bombalamak için ilk etapta yüzden fazla uçak gönderdiğini, “Mossad” casuslarının İranlı askeri liderleri ve altıdan fazla nükleer bilim adamını “şok ve dehşet” teorisi ve İran’ın moralini bozmak ve hızlı bir zafer elde etmek amacıyla öldürmek için gönderdiğini kasten unutuyorlar.

İsrail işgal devleti, Amerika’nın önderliğindeki Batı’yı, Irak’tan başlayıp Libya’dan geçerek Suriye’ye kadar uzanan direniş cephesinde yer alan tüm Arap rejimlerini değiştirmek için kullandı. Şimdi sıra, Filistin direnişini destekleyen İran’a geldi.

İlk göstergeler, İran’ın Müslüman halkının büyük çoğunluğunun liderliğini ve İslamcı rejimini desteklediğini ve Netanyahu ile İran Şahı’nın varisi tarafından yöneltilen bu söylemleri küçümsediğini gösteriyor; bunları ulusal kimliklerine ve dini inançlarına bir hakaret, İran’ı, ulusal birliğini, güvenliğini ve istikrarını parçalamaya yönelik bir girişim olarak görüyor.

İran halkının içinde, boğucu ablukaya direnen ve ulusal egemenliğini korumak için çok yüksek askeri yetenekler geliştiren kapasite, yerli insansız hava araçları, çok gelişmiş füze sistemleri ve denizaltılarla desteklenmektedir. Tüm bunlar bir araya gelerek İran’ı bir süper güç haline getirdi ve yakında Ortadoğu’daki dengeleri değiştirecek bir nükleer güç haline getirecektir.

İsrail-ABD’nin İran’ı yok etme, rejimi devirme ve değiştirme planının başarı şansı yok denecek kadar azdır ve yaklaşık yarım asırdır bu konuda yapılan tüm girişimlerin karşılaştığı aynı kaderle karşı karşıya kalacaktır. Değişecek ve kesinlikle yok olacak olan İsrail’in varlığıdır.

…76 yıl önce Arap ve İslam-İsrail çatışmasının başlamasından bu yana ilk kez, beş milyondan fazla İsrailli yerleşimci İran’ın füze saldırılarından korkarak ve dehşete kapılarak güvenlik arayışıyla sığınaklara, tren ve metro tünellerine kaçıyor. Bu, İran ve İslam’ın zaferinin zirvesi ve siyonist projenin ve onu destekleyen Arapların ve Batılıların yenilgisinin doruk noktasıdır. Bu da Trump’ın bugün bazı Arap “dostlarını” ve İran’a gerilimi durdurması ve krize barışçıl bir çözüm bulmak için müzakere masasına dönmesi için ara buluculuk yapmasını istemesini açıklıyor. Ve daha da büyük şeyler gelecek… Günler bizimle birlikte.

(Evrensel)

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu