Makaleler

Suriye’de ademi merkeziyetçilik ve federalizm arasında

 Esad rejiminin devrilmesinden sonra Suriye tartışmalarında federalizm ve ademi merkeziyetçilik sanki eşanlamlı kavramlarmış gibi iç içe geçirildi.

Federalizm bazen bir bölme projesi olarak suçlanırken, diğer zamanlarda ise merkeziyetçilikten uzaklaşma federalizmin bir metaforu olarak ele alınıyor ve merkez ile çevre arasındaki ilişkinin yeniden yapılandırılması yönündeki her çağrı, önleyici bir ayrılık suçlaması olarak görülüyor. Her iki durumda da sorunun kavramların kendisinden değil, tedirginlik dolu siyasal bağlamdan ve sadece katı bir merkezi otorite biçimini tanıyan Suriyelilerin hafızasından kaynaklandığı anlaşılıyor. Ancak değerlendirmeye geçmeden önce, bu iki kavramın özlerini, devletin doğasıyla, otoriteyle ve ulusal kimlikle ilişkilerini birbirinden ayırmakta yarar vardır.

Yerelleşme, pratikte, egemenliğin bir arada tutulduğu, ancak idari birimlerin (belediyeler, valilikler, mahalli idareler) sağlık, eğitim ve hizmetler gibi belirli sektörlerde karar alma yetkisine sahip olduğu, yetkilerin tek bir devlet içinde kısmen dağıtılmasıdır. Federalizm, egemenliğin merkezî hükümet ile federal birimler arasında paylaşıldığı daha karmaşık bir siyasal-anayasal sistemdir. Bu kuruluşların kendi anayasaları veya yasaları, bazen bir parlamentoları, güvenlik güçleri ve mali kuralları vardır. Buradaki fark radikaldir, çünkü federalizm devletin ayrı ama birleşik “siyasi birimlerden” oluşması anlamına gelir. Merkeziyetçilikten uzaklaşma, hukuki niteliği değişmeyen birleşik bir devlet yapısı içinde işlevlerin yeniden dağıtılmasıdır.

Suriye’de federalizm önerisine yönelik her girişim, öncelikle reddediliyor. Bu fikir birçok kişinin zihninde bir ayrılık projesiyle ilişkilendirilmekle kalmıyor, aynı zamanda ulusal söylemin kendisi de tarihsel olarak parçalanma girişimlerine karşı ilk savunma hattı olarak devletin merkeziliği üzerine inşa edilmiş. Bu durum, “federalizm” kelimesinin henüz detaylı olarak anlaşılmadığı bir dönemde bile Suriye siyasi bilincinde ağır bir yer tutmasına neden oluyor.

Bugün Suriye’de sorun, bölünmenin nasıl önleneceği değil, ülkenin siyasi birliğini güvence altına alan ve karar alma merkezlerinin çokluğunu tanıyan net bir siyasi mutabakat içinde zaten bölünmüş bir gerçekliğin nasıl organize edileceğidir.

David Held, modern devletin dönüşümlerini yorumlarken, yirminci yüzyılda ortaya çıkan katı merkeziyetçiliğin artık çoğulcu bir dünya için geçerli olmadığı uyarısında bulunuyor. Egemenlik artık karar alma süreçlerinde tam bir tekel anlamına gelmiyor; daha ziyade hesap verebilirlik ve şeffaflığa tabi olarak farklı yetki düzeyleri arasında koordinasyon sağlama yeteneği anlamına geliyor. İşte Suriye’de eksik olan tam da budur ve bugün ademi merkeziyetçiliğin uyumun bir koşulu haline gelmesini sağlayan da budur.

Alman deneyiminde federalizm bölünmeye yol açmamış, aksine devlet düzeyinde siyasi ve toplumsal temsiliyeti sağlamlaştırmış ve hizmet ve kalkınmanın sağlanmasında “adil rekabet” örüntüsü yaratmıştır. Irak’ta güvenlik durumunun kırılganlığına rağmen, Irak devleti içinde birden fazla varlığın (örneğin Irak Kürdistanı) tanınması, ayrılıkçı taleplerin yoğunluğunu azaltmıştır. Hiçbir zaman federal bir devlet ilan etmemiş olan Lübnan’da, gerçek anlamda ademi merkeziyetçi veya federal bir sistemin bulunmaması, her mezhebin kendi işlerini devletin dışında yönetmesine yol açmış ve kapsayıcı vatandaşlık kavramının aşınmasına neden olmuştur.

Esad döneminden herkesin devraldığı merkezi akıl, hâlâ siyasal tahayyülü yönetiyor.

Her ne kadar ademi merkeziyetçilik günümüzde modern bir yenilik veya istisnai bir çatışma sonrası tepki olarak sunulsa da, kökleri Suriye tarihine 20. yüzyılın başlarına kadar uzanmaktadır. 1922 yılında Fransız manda yönetimi altında, Şam, Halep ve sahil olmak üzere üç birimi kapsayan bir idari düzenleme olarak “Suriye Federasyonu” formülü önerildi. Bağlam sömürgeci ve bölücü yapılarla dolu olmasına rağmen, bu model, önsel ve çarpıtılmış bir biçimde de olsa, yerel yönetimlere yetki marjı tanıyan ademi merkeziyetçi biçimlerle devleti yönetme olanağını gösteriyordu. Ancak burada önemli olan işgalci gücün dayattığı model değil, o dönemde merkez ile çevre arasındaki güç dağılımına ilişkin ortaya çıkan tartışmalardır. O an, kırılganlığına rağmen, Suriye’de yerel yönetim ve çoklu yetki düzeyleri potansiyeline dair bir siyasi tahayyülün doğuşuna tanıklık etti. Bu tahayyül daha sonra tamamlanmadı ama Suriye deneyiminin hafızasında ertelenmiş bir olasılık olarak yer etmeye devam etti.

Fransız anayasa hukukçusu Maurice Duverger, ademimerkeziyetçiliğin hukuki bir metin değil, devlet ile yerel topluluk arasındaki bir güven ilişkisi olduğunu hatırlatıyor. Bu ilişki Suriye’de tarihinin büyük bölümünde ortaya çıkmadı, zira yerel topluluklara yönelik endişe, onlara kendi işleri üzerinde kontrol sağlama arzusundan daha güçlüydü.

Bugün Suriye’de federalizmden siyasi bir bildirge olarak, birlikten ise kutsal bir kader olarak bahsetmek yeterli değil. Gerekli olan, toplumsal ve kültürel yapıların çokluğu ve tutarlı, meşru bir alternatifin ortaya çıkmaması nedeniyle eski merkezi otoritenin dağıldığı bilinciyle, yönetim biçiminin kökten yeniden düşünülmesidir. Böyle bir boşlukta, ne gevşek bir bürokrasiye, ne de etkili araçlardan yoksun bir iktidarı elinde tutan bir merkeze güvenilemez. Suriyelilere yaşayabilir bir devlet kurma şansı ancak gücün yeniden dağıtımına yönelik adil ve gerçekçi bir yaklaşımla verilebilir. Pierre Rosanvallon’un yirmi yıl önce ortaya attığı “adil devlet” kavramı Suriye bağlamında da geçerliliğini korumaktadır. İdari adalet, siyasal güvenin bir koşuludur ve zaman içinde gücü yeniden dağıtmayan her rejim, böyle bir niyeti olmasa bile, bölünmeleri derinleştirmenin bir aracı haline gelir.

Federalizmi talep etmek, birliği reddetmek anlamına gelmez; merkeze güvensizlik ise siyasi suç değildir. Kimileri federalizmi mahremiyetlerini koruma aracı olarak görürken, kimileri de daha dengeli ve adil bir vatandaşlığa ulaşmanın bir yolu olarak görüyor. Her iki durumda da, adil bir yönetim formülü, egemenliğin tek bir otoriteye ayrılmış bir ayrıcalık değil, yenilenebilir bir toplumsal sözleşme olduğu anlayışı ve müzakereleri yoluyla inşa edilmelidir. Adına ister federalizm, ister genişletilmiş ademi merkeziyetçilik, ister yeni bir idari sözleşme diyelim; bugünün tartışmalarının özü, Suriyelilerin iktidarı adil bir şekilde paylaşmaya istekli olup olmadıkları, yoksa Esad döneminden herkesin devraldığı merkeziyetçi zihniyetin hâlâ siyasi tahayyülü yönlendirip yönlendirmediğidir.

Bugün Suriye’de federalizmden siyasi bir bildirge olarak, birlikten ise kutsal bir kader olarak bahsetmek yeterli değil.

Suriye’deki mevcut koşullar altında yeni yönetim sisteminin biçimini belirleyecek tam meşruiyete sahip seçilmiş bir anayasal organ veya kurucu meclis bulunmamaktadır. Ancak bu, federalizm ile ademi merkeziyetçilik arasındaki tercihin yukarıdan aşağıya anlaşmalarla veya geçici bir güç dengesiyle kararlaştırılması gerektiği anlamına gelmiyor. Geçiş aşaması, en azından göreceli temsili meşruiyete sahip bir kurucu organın oluşturulmasıyla başlayarak, yeni bir toplumsal sözleşmeye doğru net bir siyasi yol belirlenmesini gerektirir. Bu organ, Birleşmiş Milletler veya geçişi garanti eden organların gözetiminde, sivil toplum güçleri, yerel bileşenler ve varsa seçilmiş veya yarı seçilmiş konseyler arasında kapsamlı bir istişare süreciyle oluşturulacaktır. Bu organ, geleneksel anayasal anlamda “tam seçilmiş” olmasa da, meşruiyetini gerçekçi ve mutabakatlı bir dengeye dayandırmalıdır. Birincil görevi, daha sonra halk oylamasına sunulacak geçici veya kalıcı bir anayasa taslağı hazırlamaktır. Anayasa, devletin biçimini, yönetim biçimini ve yetkilerin paylaşımına ilişkin kuralları belirler.

…Federalizm ya da ademi merkeziyetçilik tercihi, devletin ve toplum yapısının, nüfus dağılımının, kaynakların niteliğinin ve yakın geçmişteki bir arada yaşama deneyimlerinin dikkatli bir şekilde okunmasına dayanmalıdır. Uzlaşmaya dayalı federalizm, dışlanmış veya kaygılı hisseden coğrafi veya kültürel birimler için kendi kendine yeterlilik sağlayabilir ve kolektif devlete gönüllü aidiyet duygusunu teşvik edebilir. İdari ademimerkeziyetçilik ise yerel topluluklara devletin egemen yapısını zedelemeden günlük işlerini yönetme olanağı tanır ve merkez ile çevre arasında dengeyi yeniden sağlamanın esnek bir aracıdır.

Kırılgan bir geçiş otoritesi ve on yıllardır süren şiddetli merkezileşmenin yorgunluğu altında olan bir ülke ışığında, çeşitliliği hesaba katan, güveni yeniden dağıtan ve devleti kapsayıcı bir varlık haline getiren yeni bir ulusal sözleşmenin üretilmesine katkıda bulunabilecek siyasi ve idari araçlar olarak bu iki seçenek hakkında sakin bir tartışma başlatmaya yönelik acil bir ihtiyaç var gibi görünüyor. Nihai biçimin geniş katılımlı bir süreçle kararlaştırılması ve Suriyeliler tarafından bizzat yazılan, başkalarının deneyimlerinden kopyalanmayan veya geçiş dönemi liderlerini memnun edecek şekilde hazırlanmayan yaşayan bir anayasayla onaylanması gerekiyor.(KAYNAK)

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu