Suriye-Türkiye yakınlaşmasında İran’ın yokluğu ve Irak’ın yükselişi
Suriye ve Irak basınında yer alan haberlerde Suriye-Türkiye normalleşmesi sürecinin Irak’ın başkenti Bağdat’ta Rusya’nın da katılımıyla yapılması planlanan görüşmeye hazırlık amacıyla her iki tarafın da taleplerini okuma ve inceleme döneminden geçtiği belirtildi. Görüşmenin tarihi henüz belirlenmemiş olsa da sahada açıkça tartışılanların hayata geçirilmesi için yeni bir aşamaya zemin hazırlayacak olması görüşmenin gerçekleşmesi halinde önemini teyit ediyor.
İran’ın rolü
Irak’ın müzakereci olarak Rusya’nın desteğiyle Şam ve Ankara arasındaki durgun suları hareketlendirmek için devreye girmesinin ardından, özellikle de iki tarafı birbirine yakınlaştırmak için önceki ve uzun soluklu müzakere deneyimi çerçevesinde İran’ın gözlemci rolünün akıbetine ve doğasına ilişkin soru işaretleri ortaya çıktı.
Rusya ve Türkiye ile birlikte Suriye’nin kuzeyinde gerginliğin azaltılması ve akabinde ateşkes sağlanması amacıyla gerçekleşen Astana Süreci’nin garantör ülkelerinden biri olan İran, sonuncusu 24 Ocak’ta olmak üzere 21 tur yapılan garantör ülkeler toplantılarına katıldı.
Suriye krizini sona erdirecek herhangi bir çözümün, görüşmenin ya da müzakerenin İran’ın onayından geçmesi gerektiğini düşünen gözlemciler, aksi takdirde başarısızlığa mahkum olacağına ve Tahran’ın yer almadığı herhangi bir müzakere sürecinin başarılı olması ve Tahran’ın bundan fayda sağlayamaması halinde sonucun kaçınılmaz olarak gelecekte çeşitli engellerle karşılaşacağına inanıyorlar.
Labirentte kaybolmak
Yeni Türkiye Stratejik Araştırma Merkezi (YTSAM) araştırmacılarından Ali el-Esmer, Suriye ve Türkiye arasındaki normalleşme sürecini, tüm tarafları her an bir çıkmaz sokağa götürebilecek karmaşık bir labirent olarak tanımladı. Esmer, Rusya ve Irak’ın arabuluculuğunda gerçekleşen son müzakerelerin, İran’ın olup bitenleri dikkatle izlediği bir dönemde gerçekleştiğini ifade etti.
Tahran’ın Şam’a Türk askerlerinin çekilmesini müzakerelere önkoşul olarak sunması için baskı yaparak süreci engellemeye çalışacağına inandığını söyleyen Esmer, İran’ın Türkiye’nin bu normalleşmedeki amacının çekilmek değil, Suriye’deki varlığını meşrulaştırmak olduğunu çok iyi bildiğine dikkati çekti.
Esmer, değerlendirmesini şöyle sürdürdü:
“İran’ın tutumunun aynı olduğunu ve hiç değişmediğini tahmin ediyorum. Zira daha önce İran’ın Türkiye’nin Suriye ile normalleşme sürecinin durmasındaki rolüne şahit olmuştuk. Bugün de İran’ın Şam üzerinde baskı kurduğu ve hükümete kabarık mali borçlarını hatırlattığı aynı senaryonun sahneye koyulduğunu görüyoruz. İran’ın stratejisi Irak, Suriye ve Lübnan’dan geçen ve ‘direniş ekseni’ olarak bilinen yolla İsrail sınırında aktif bir varlık göstermeye dayanıyor. Bu da İran’ın Suriye’nin jeopolitik konumuyla her şeyden daha fazla ilgilendiği anlamına geliyor.”
İran’ı Suriye’den çekilmeye ikna etmenin çok zor olduğuna inanan Esmer, Tahran’ın Türkiye’nin Suriye’de kaydedeceği herhangi bir ilerlemenin kendi zararına olacağına inandığını ve bu yüzden normalleşmeyi engellemek için mümkün olan her şeyi yapacağını değerlendirdi. Türk gazetelerine göre normalleşme sürecinde olumlu bir gelişme olması halinde İran’ın PKK ve Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) desteğini artırması bekleniyor.
Nüfuz mücadelesi
Ankara ile Şam arasındaki normalleşme trenini harekete geçirmek için var gücüyle çalışan Moskova, Rusya-Ukrayna savaşı ve ABD’nin Ortadoğu’daki rolünün zayıflaması gibi bölgesel ve uluslararası gelişmelerin ortasında Türkiye’yi kendi tarafına çekmek için zaman kazanmaya çalışıyor. Kremlin aynı zamanda ABD’nin kasım ayında yapılması planlanan başkanlık seçimi yarışıyla meşgul olmasından faydalanmayı amaçlıyor. Bu da Washington’ın, ABD Senatosu’nda normalleşmeye karşı çıkan sesler dışında, Suriye ve Türkiye arasındaki yakınlaşma konusundaki sessizliğini açıklıyor.
Moskova, 10 Mayıs 2023 tarihinde Suriye, Türkiye ve İran dışişleri bakanlarının katıldığı görüşmelere ev sahipliği yaptı. Bu, 2011 yılında Suriye’de savaşın patlak vermesinden ve 2012 yılında Ankara ile Şam arasındaki ilişkilerin kesilmesinden bu yana üst düzey bir isimle yapılan ilk görüşmeydi. Aynı ülkelerin savunma bakanları da 2022 yılının aralık ayında Moskova’da bir araya geldi. Üst düzey istihbarat yetkilileri de müzakerelere hazırlık amacıyla toplantılar düzenledi.
Ancak bugün yaşananlar çok farklı. Normalleşme süreci İran olmadan ilerliyor ve Tahran’ın rolü, gizlice İran’ın nüfuzunun genişlemesiyle mücadele eden Rusya’nın niyetinin bu olup olmadığı ya da Tahran’ın şu an görüşmelere girmekten uzak mı durduğu ya da buna hazır olup olmadığı ve doğru zamanda dokunuşunu yapıp yapmayacağı gibi soru işaretleri arasında açıkça marjinalleşiyor.
Suriye’nin dış politikası konusunda uzman bir isim olan Muhammed Huveydi, İran’ın tutumunun net olmadığını ve bugüne kadar açıklanmış resmi bir tutumu bulunmadığını, ancak Tahran’ın daha önce taraflar arasında yakınlaşmayı desteklediğini ve 2022 yılında Moskova’da dışişleri bakanları düzeyinde toplantılara katılan ülkelerden biri olduğunu, dolayısıyla taraflar arasındaki yakınlaşmaya destek veren ülkelerden biri olduğunun düşünüldüğünü söyledi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 12 Temmuz’da Washington’da gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi kapsamında düzenlenen basın toplantısında bir soru üzerine Suriye Devlet Başkanı Esed’i Türkiye’de ya da üçüncü bir ülkede görüşmeye davet ettiğini söylediği ve hem İran’ın hem de ABD’nin Ankara ile Şam arasındaki ilişkilerin normalleşmesini desteklemesi gerektiğini vurgulayan açıklaması bunun bir kanıtıdır. Erdoğan’ın Suriye-Türkiye ilişkilerinin normalleşmesinin desteklenmesine ilişkin vurgusu, özellikle Tahran’ın Şam’ın stratejik bir müttefiki olması nedeniyle, Türkiye açısından İran’ın tutumların yakınlaştırılmasındaki rolünün önemine işaret ediyor.
Huveydi, değerlendirmesini şöyle sürdürdü:
“İran’ın nüfuzuna gelince Rusya’nın desteğiyle Suriye ve Türkiye arasındaki ilişkilerin normalleşmesinin Suriye-İran ilişkilerini etkilemeyeceğine inanıyorum. Ancak İran’ın Suriye’de Türkiye lehine oynadığı rolü de azaltmayacaktır. Çünkü Suriye ve Türkiye arasında varılacak her türlü mutabakat Suriye’nin müttefiklerinin çıkarlarını da dikkate alacaktır. Bugün bile Türkiye ile ilişkilerin düzeltilmesinde Arapların önemli bir rolü bulunuyor. Eğer bu gerçekleşirse İran’ın nüfuzunda bir azalmaya sebep olmaz. Ne var ki jeopolitik değişimler ve İran’ın Suriye’deki gözle görülür yıpranması nedeniyle bu rol etkisini biraz olsun yitirebilir.”
Huveydi, şöyle devam etti:
İran’ın yeni Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın politikaları henüz net değil, dış politikaları ise kazanımlar elde etmek üzerine kurulu ve bölgedeki nüfuzuyla elde ettiği çıkarların meyvelerini toplamayı hedefliyor. Irak, Rusya ve Arap ülkeleriyle birlikte yakınlaşmada rol oynayabilir.
Türkiye’nin Suriye topraklarının yüzde 10’unu kontrol ettiği ve mülteci kartı da dahil olmak üzere oynayabileceği birçok karta sahip olduğu düşünüldüğünde İran’ın herhangi bir engel çıkaracağını düşünmeyen Huveydi, bunun yanında Türkiye ve İran arasında ekonomik çıkarlar da dahil olmak üzere göz ardı edilemeyecek ortak çıkarların olduğunun altını çizdi.
Suriye arenasının tekelleştirilmesi
Fakat Huveydi’nin görüşünün aksine gözlemciler ekonomik çıkarları en önemli gizli engellerden biri olarak görüyor. İlişkilerin yeniden kurulmasının ardından Türkiye’nin Suriye pazarlarına hakim olması ve İran’ın ulaşım, telekomünikasyon, enerji gibi sektörleri elde etmeye çalışırken Suriye’nin yeniden yapılanma ve inşa ihtiyacının ortasında yeni bir rakibin gelişiyle ülkenin ekonomik arenasındaki rakipsiz konumunu kaybetmesi bekleniyor.
Gözlemciler İran ve ABD’nin tutumlarının henüz netleşmediğini düşünüyorlar. ABD seçimlerle meşgul. Donald Trump’ın Beyaz Saray’a geri dönmesi ve ülkedeki tüm askerlerini geri çekerek mevcut Başkan Joe Biden ve ABD öncülüğündeki DEAŞ’la Mücadele Uluslararası Koalisyonu’nundan (DMUK) eşi ve benzer görülmemiş bir destek alan SDG ve çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu Halk Koruma Güçleri’ni (YPG) desteklemeyi bırakma ihtimali söz konusu.
SDG, 2014-2019 yılları arasında ABD güçleriyle birlikte DEAŞ’a karşı savaştı. İran’ın tutumu ise anlaşmayı kendi çıkarları lehine ya da özellikle Tahran, Suriye, Irak ve Lübnan’ı tek bir yolla birbirine bağlayan stratejik konumu nedeniyle nüfuzuna zarar vermeyecek şekilde olabilir. Dolayısıyla ABD ve SDG’nin potansiyel tehdidini sona erdirme çabası, taraflar arasındaki yakınlaşmayı düzenlemeye ve hızlandırmaya yardımcı olabilir.
Öte yandan SDG lideri Mazlum Abdi, Suriye’deki çatışmaları durdurmak ve ülkede siyasi bir çözüme ulaşmak için Şam ve Ankara gibi tüm taraflarla her türlü diyaloğa hazır olduklarını ifade etti. Abdi yaptığı açıklamada, “Suriye krizinin şiddet, savaş ve kavga yoluyla çözülemeyeceğini herkes biliyor, herkes bu gerçeği görmeli. Kriz diyalog olmadan çözülemez ve biz kendi adımıza sadece krizi sona erdirmek için diyaloğa hazırız” ifadelerini kullandı. Ankara’yı en çok endişelendiren konulardan biri Kürt grupların nüfuzunun genişlemesi ve Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit eden ayrılıkçılığa sebep olması.
Öte yandan, Türkiye’nin Şam ile yakınlaşma girişimini kabul etmeyen Suriyeli muhalif grupların kontrolü altındaki bölgelerde halk protestoları devam ediyor. Protesto gösterilerinin kapsamı genişlese de herhangi bir çatışma ya da şiddet olayı yaşanmıyor. İdlib ve Halep’in kuzey kırsalındaki bölgelerde her gün oturma eylemleri düzenleyen protestocular, uzlaşıyı reddederek, egemen kararlarının Türkiye tarafından gasp edilmesini ve Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) ofislerinin kapatılmasını kınayıp SMDK’nın bölgeyi kontrol eden Türk güçlerinin nüfuzuna bağlı olmakla suçluyorlar.
Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne (SOHR) göre Fırat Kalkanı bölgesinde yer alan Halep’in kuzey kırsalındaki Azez’de onlarca kişinin katılımıyla normalleşmeye karşı protesto gösterisi düzenlendi. Göstericiler, son dönemde Suriye sahasında izlenen politikaları kınayan pankartlar taşıdı.
Uzlaşmaya giden yoldaki tuzaklar
Suriye’nin dış politikası üzerine uzman olan Huveydi, görüşmelerin sorunsuz geçmesini beklemediğini, çözümü zorlaştıran çetrefilli dosyaların bulunduğunu ve yolun tuzaklarla dolu olduğunu belirtiyor. Dolayısıyla her iki ülkenin ulusal güvenliğinin yanı sıra PKK’nın Suriye’de ve Irak’ta büyüyen nüfuzuyla ilgili koşullar göz önüne alındığında bu yolun zorlu ve yorucu olduğunun altını çizen Huveydi, “Bence tarafların birbirlerine, ekonomik meselenin çözümüne ve Türkiye’nin kara koridorları aracılığıyla Körfez ülkelerine açılmasına ihtiyaçları var” yorumunda bulundu.
Huveydi, şunları söyledi:
Mülteci kartı, iç ekonomik kriz ve herkesi aynı masaya oturtacak iç faktörler de dahil olmak üzere Türkiye’nin Suriye dışında ele alamayacağı dosyalar bulunuyor. Çok uzun bir zamana ve aynı zamanda bölgesel desteğe ihtiyacı var. İran’ın şu an olmasa da bölgede kendi çıkarlarına hizmet edecek bir uzlaşı ve mutabakat formülü oluşmasıyla bu dosyaya katılacağına inanıyorum.
Moskova müzakerelerde arabulucu olarak aktif hareket etmeye devam ediyor. Ancak bu tur, İranlı müzakerecinin aniden istifa etmesi nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanan diğer turlara benzemiyor. Suriye’nin doğu komşusu Irak’ın müzakerelere dahil oldu. Türkiye ile Suriye arasında, Suriye yargısı tarafından aranan ve Türkiye’de bulunan tüm Suriyelilerin, Türk güçlerinin İdlib ve Halep kırsalından çekilmesinden vazgeçilmeksizin teslim edilmesi, sınır kapılarının ve Fırat’ın doğusunun kontrolünün devredilmesine karşın Türkiye’nin mültecilerin Şam tarafından haklarında soruşturma açılmadan geri dönmeleri, güvenli geri dönüşün garanti edilmesi ve ihtiyaç duyulması halinde Türk ordusunun Suriye topraklarının 30 kilometre derinliğine kadar girmesine izin verilmesi gibi talepleri olduğuna dair bazı bilgiler sızdırıldı.
Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.