Suriye krizi henüz sona ermedi
Türkiye’nin eski Suriye Büyükelçisi Ömer Önhon 27 Ocak Şarkul Avsat’ta ki yazısında Suriye krizine değindi.Önhon,
Suriye’deki kriz henüz son bulmadığını söyledi. Nitekim Esed kendini galip olarak gösteriyor. Söz sahibiymiş gibi davranıyor. Ama durum gerçekte böyle değil. Ülkenin yeniden imarı ve milyonlarca mültecinin dönüşü Suriye için oldukça önemli bir konu. Esed, yurtdışındaki Suriyelilere geri dönüş çağrısında bulundu. Fakat bunun bir etkisi olmadı. Çünkü Esed rejimine güvenmiyorlar. Suriye’nin geleceğinin onlara ne getireceği konusunda şüpheliler.
Siyasi çözüm konusunda yolunda giden bir şey yok. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 2254 sayılı kararı temelinde gerçek bir siyasi çözüm ve tüm tarafların gerçek desteği olmadıkça, normalleşme, barış ve istikrar, ulaşılması güç hayaller gibi görünüyor. Kimse krizin tekrar patlak vermesini istemiyor, ancak bu, olasılıklardan biri olmaya devam ediyor içerilki yazısının tamamı şöyle:
Uluslararası Koalisyon, DEAŞ’ın bölge üzerindeki kontrolünü kaybetmesinin ardından 2017 yılının Aralık ayında Irak’ta ve 2019 yılının Mart ayında ise Suriye’de DEAŞ’a karşı zafer ilan etti. DEAŞ, söz konusu bölgelerde egemenliğini kaybetmesine rağmen tamamen ortadan kalkmış değil. Çok sayıda militan öldürüldü. Yakalananlar ise şimdi HasekeHapishanesi gibi cezaevlerinde tutuluyor. Bazıları Suriye ve Irak’tan kaçmayı başarırken bazıları da yeraltına saklanarak bir çağrı bekleyişine girdi.
DEAŞ, Irak’ta daha çok Kerkük, Diyala, Selahaddin ve Bağdat civarında yeniden örgütlenmeye başladı. Suriye’de ise DEAŞ, uzun süredir vur-kaç operasyonları ve pusu kurduğu Suhna ve Deyr-i Zor çöllerinde öne çıkıyor.
Bu terör örgütü, bu yıl Irak’ın Diyala ve Suriye’nin Deyr-i Zor kentlerini hedef alan saldırılar gerçekleştirerek çok sayıda kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden oldu. Guveyran(Sanayi) Hapishanesi’ni hedef alan saldırı, son zamanlardaDEAŞ’ın en endişe verici eylemi oldu.
Tarih kendini tekerrür mü ediyor? 2000’li yılların başında Irak’ta DEAŞ’la sonuçlanan bir süreç yaşandı ve sonucunda Irak ordusu dağıtıldı. Sünniler sistemin dışında bırakıldı. Kürtler ve Şiiler, yeni Irak’ın temel direkleri haline getirildi.Bunun üzerine Nuri el-Maliki’nin mezhepçi politikaları Sünnileri öfkelendirdi ve DEAŞ kısa sürede güçlendi.
DEAŞ, bugün Suriye’de daha çok İran’ın aktif olduğu alanlarda gelişip güçleniyor ve Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) kontrolüne giren bölgelerde varlığını pekiştiriyor.Bunlar çoğunlukla Sünni ve Arap aşiretlerden oluşanbölgelerdir. Bölge sakinleri, onlarca yıllık hatta bazıdurumlarda yüzyıllık hassasiyete sahip ve Şii varlığından memnuniyet duymuyor. Bu bölgelerin DEAŞ faaliyetleri açısından verimli alanlar haline gelmesi şaşırtıcı değil.
Suriye’nin kuzeyinde ise İdlib, Heyet et-Tahrir eş-Şam’ın (HTŞ) egemenliği altında bulunuyor. Bölge, muhalif ‘Suriye Kurtuluş Hükümeti’ tarafından yönetiliyor. Ekonomik aktivite temelde Türkiye’ye bağımlıdır. Ancak rejimin kontrolü altındaki bölgeler de dahil olmak üzere Suriye’nin diğer bölgeleriyle ticaret de devam ediyor.
HTŞ, hemen hemen tüm ülkeler ve uluslararası kuruluşlar için terör grupları listesinde yer alıyor ancak farklı bir imaj yansıtmaya çalışıyor. Geçtiğimiz yıl içinde başta Doğu Türkistan ve Orta Asya’dan olmak üzere ağırlıklı olarak yabancı savaşçılardan oluşan silahlı gruplara yönelik operasyonlar gerçekleştirdi. Ancak hepsi pasifize edildi.
Tüm aktif güçler HTŞ ile içlidışlı bir hal aldı. Ortadan kaldırıldığı durumda alternatifin ne olacağını kimse bilmiyor.Daha radikal bir oluşum ortaya çıkabilir. Fakat HTŞ, hâlâvarlığını sürdürüyor. Hatta bazıları orada bir Taliban modeli olabileceğini düşünüyor.
Her halükârda Rusya hava bombardımanlarıyla varlığını herkese hatırlatmaya devam ediyor. Hedefleri arasında kümes hayvanları çiftlikleri, su depoları ve bazen de mülteci çadırlarının yakınındaki alanlar bulunuyor. Türkiye, yenidenpatlak veren çatışmaların mülteci akınına yol açabilme olasılığı nedeniyle İdlib konusunda oldukça temkinli görünüyor. Kim bilir? Yeni mülteci dalgalarına, Türkiye’ye gelişine tanık olabiliriz.
Ülkenin kuzeyi ve doğusunun yanı sıra, Afrin ve Ayn İsa’da da koşulların değişken olduğu görülüyor. Afrin, şehir merkezine bomba yüklü araçla gerçekleştirilen bir saldırıya hedef oldu. Ardından YPG’nin kontrol ettiği bölgelerden açılan topçu ateşi bölgede sivil can kaybı yaşanmasına yol açtı. YPG, bölgedeki tehlikeyi hissetmeye başladı.
Öte yandan YPG, yıllar içinde elde ettiği kazanımları korumaya kararlı görünüyor. Bugün Suriye’nin yaklaşık yüzde 30’u YPG’nin egemenliği altında bulunuyor. Bu bölgeleri Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi aracılığıyla yönetiyor. YPG sözcüleri birçok vesileyle 2011 öncesi koşullara dönüşü kabul etmeyeceklerini açıkça ifade ettiler. YPG’ninbelkemiğini oluşturduğu SDG’nin lideri Mazlum Kobani, yakın zamanda verdiği bir röportajda, Kürt özerkliği meselesinin ve silahlı kuvvetlerinin (Asayiş) yeni Suriye anayasasında resmen tanıması gerektiğini söyledi.
Ruslar, Esed ile YPG arasında temas kurdu. Rusya ve ABD bu konuda yakın bir iş birliği içinde bulunuyor. Esed ve YPG, ortak olarak nitelendirilebilecek düşmanlara sahip olabilir. Ancak konu, ülkenin gelecekteki şekli söz konusu olduğunda iki taraf birbirinden çok uzak görünüyor.
Suriye’nin güneyinde ise Ürdün, Rusya, ABD, İran, İsrail, Esed rejimi ve etkisiz hale getirilmiş ancak yine de gerektiğinde rejimle savaşan silahlı muhalefetin oyuncu olduğu çok karmaşık bir durum söz konusu. Suikastlar ve silahlı saldırılar kesilmedi. Tüm taraflar yüksek teyakkuzda.
Pek çok kişi, Esed rejiminin geçtiğimiz yıl normalleşme açısından çok şey başardığını düşünüyor. Önümüzdeki Mart ayında Cezayir’de yapılacak zirvede Suriye’nin Arap Birliği’ndeki koltuğunu geri alması tacın mücevheri olması bekleniyor. Suriye, Arap Birliği’nin altı kurucu üyesinden biridir, ancak 2011 yılının Kasım ayında üyeliği askıya alınmıştı.
Cezayir, Arap Birliği’ndeki istişarelerin ardından geçtiğimiz hafta koronavirüs (Kovid-19) salgınının yol açtığı belirsizlik nedeniyle zirvenin ileri bir tarihe ertelendiğini duyurdu. Ancak büyük olasılıkla ertelemenin asıl nedeni, Cezayir ile Fas arasındaki gerilimler, Yemen’deki savaş ve Suriye’nin Arap Birliği’ne dönüşü gibi temel sorunlu konulardı. Başarısız bir toplantı yapmaktansa erteleme daha iyi bir alternatif olarak görülmüş olabilir.
Arap Birliği üyelerinin bazıları Suriye’nin Arap Birliği’ne dönüşüne destek verdiğini açıklamasına karşın, bazı Arap ülkeleri en hafif tabirle, konuya temkinli yaklaştılar. ABD ve Türkiye dahil Arap Birliği dışındaki birçok ülke, AB üyelerinin çoğunluğu, Esed rejimiyle ilişkiler konusunda eşit derecede temkinli görünüyor.
Suriye’deki kriz henüz son bulmadı. Nitekim Esed kendini galip olarak gösteriyor. Söz sahibiymiş gibi davranıyor. Ama durum gerçekte böyle değil. Ülkenin yeniden imarı ve milyonlarca mültecinin dönüşü Suriye için oldukça önemli bir konu. Esed, yurtdışındaki Suriyelilere geri dönüş çağrısında bulundu. Fakat bunun bir etkisi olmadı. Çünkü Esed rejimine güvenmiyorlar. Suriye’nin geleceğinin onlara ne getireceği konusunda şüpheliler.
Siyasi çözüm konusunda yolunda giden bir şey yok. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 2254 sayılı kararı temelinde gerçek bir siyasi çözüm ve tüm tarafların gerçek desteği olmadıkça, normalleşme, barış ve istikrar, ulaşılması güç hayaller gibi görünüyor. Kimse krizin tekrar patlak vermesini istemiyor, ancak bu, olasılıklardan biri olmaya devam ediyor.