Salih Müslim’in Suriye’nin ve ülkedeki Kürtlerin geleceğine dair sözleri ne anlama geliyor?

Türkiye, Suriye’de Kürtlerin önde gelen siyasi hareketi Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) eski eş başkanı ve başkanlık konseyi üyesi Salih Müslim’in ademi merkeziyetçi sisteme ilişkin açıklamalarına tepki gösterdi.
Kurdistani Nwe gazetesine 31 Ağustos’ta özel bir mülakat veren Salih Müslim, “Yeni Suriye hükümeti ademi merkeziyetçiliği tanımayı reddederse, bağımsızlık talep etmek zorunda kalacağız” demişti.
Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) dağıtılmasının da kabul edilemeyeceğini vurgulayan Müslim, “Bölgemizin kendi kuvvetlerimiz tarafından korunması gerekiyor; SDG’nin kuruluş amacı da budur” diye konuşmuştu.
2 Eylül’de Çin’den Türkiye’ye dönerken uçakta gazetecilere değerlendirmelerde bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a Suriye’deki son gelişmelerle ilgili görüşü de soruldu.
Erdoğan, “Yönünü Ankara’ya ve Şam’a dönenler kazanacak, kıblesini şaşırıp kendilerine yeni patronlar arayanlar kaybedecek” dedi ve ekledi:
“Biz, Suriye’nin bütün renkleriyle bir ve bütün olmasını ve öyle kalmasını isteriz. Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara ve yönetimi bizim gibi düşünüyor.” ,
Türkiye’de PKK ile devam eden barış sürecini Ekim 2024’te Meclis’te yaptığı konuşmalarla başlatan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli de, Suriye’deki son gelişmelere tepkili.
Bahçeli, 2 Eylül’de yaptığı açıklamada, “Görünen odur ki SDG/YPG, İsrail’in yörüngesindedir. Maalesef ABD-İsrail konsorsiyumu Suriye’de kanlı bir iç savaş ve ayrışmanın temelini günbegün kazmaktadır” dedi
Bahçeli, “SDG/YPG’nin Suriye yönetimi ile imzaladığı mutabakat zaptına riayet etmemesi” durumunda,”Ankara ile Şam’ın ortak iradesiyle” askeri müdahalenin “kaçınılmaz” hale geleceğini söyledi.
SDG’nin omurgasını, Türkiye’nin “terör örgütü” olarak gördüğü PYD’nin askeri kanadı Kürt Halk Savunma Birlikleri (YPG) oluşturuyor.
Peki Salih Müslim’in sözleri Suriye, ülkedeki Kürtler ve Türkiye için ne anlama geliyor?
‘Rojova’da askeri ve siyasi bağlam değişiyor’
BBC Türkçe’ye konuşan Kürt siyaseti uzmanı sosyolog Prof. Dr Mesut Yeğen, Salih Müslim’in açıklamalarının Rojova’daki “askeri ve siyasi bağlam değişimiyle” ilgili olduğu yorumunda bulunuyor.
Rojava, Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgeye verilen ad ve Kürtçe’de “Batı” anlamına geliyor.
Yeğen, “Suriye’de rejim değiştiğinde ve ardından 10 Mart’ta devam eden siyasi bağlamla aynı siyasi bağlamda değiliz” diyor.
Suriye’de Şam merkezli geçiş yönetimi ve ülkenin kuzeydoğusuna hakim SDG arasında 10 Mart’ta bir mutabakat imzalanmıştı.
Mutabakat, SDG’nin Suriye ordusuna entegre edilmesini ve Kürt güçlerinin kontrolündeki bölgelerin Şam yönetimine devrini öngörülüyordu.
Ancak geçen sürede mutabakat hayata geçirilemedi, Şam yönetimi ve SDG arasında yer yer ABD ve Fransa’nın da arabulucu olarak dahil olduğu müzakereler devam etti.
Temmuz sonunda ve ağustos ayı başlarında SDG ve Şam yönetiminin, entegrasyon planını görüşmek üzere ABD ve Fransa’nın arabuluculuğunda Paris’te görüşmesi planlanıyordu.
Ancak görüşme denemeleri başarısız oldu.
Son olarak 9 Ağustos’ta gerçekleşmesi planlanan görüşme, Suriye yönetiminin çekilmesi nedeniyle gerçekleşmedi.
‘Kürtler Şam yönetimine güvenini kaybetti’
Hükümet yetkililerinin görüşmeden bir gün önce düzenlenen Kürt Konferansı’nı gerekçe gösterdiği aktarıldı.
Suriye’nin resmi haber ajansı SANA’ya göre ismi açıklanmayan bir hükümet yetkilisi, “Bu konferans, mevcut müzakere çabalarına bir darbedir ve buna dayanarak [hükümet] Paris’te planlanan hiçbir toplantıya katılmayacak” dedi.
France 24’e göre konferansın kapanış bildirgesinde, Suriye toplumunun tüm kesimlerinin katılımını güvence altına alan “ademi merkeziyetçi bir devlet kuran demokratik bir anayasa” çağrısı yapılmıştı.
Prof. Dr Mesut Yeğen, Suriye’de Kürtler açısından durumun değişmesinde, geçici devlet başkanı Ahmed Şara’nın ülkede yeterince etkili bir askeri güç oluşturamamasının etkili olduğunu söylüyor.
Mesut Yeğen’e göre “Şara rejimi dışlayıcı siyaset yoluyla Dürziler ve Alevilerle gerilim ve çatışmalar” yaşadı.
Yeğen, “Bu durum SDG’ye, geçiş hükümetine karşı 10 Mart’ta olduğundan daha yüksek tonda karşı çıkma imkanı yaratmış gibi görünüyor” diyor.
Suriye’de son dönemde Durziler ve Aleviler başta olmak üzere azınlık gruplarıyla kanlı çatışmalar yaşandı.
Ahmed Şara, 8 Aralık 2024’te Suriye’de yönetimi ele geçirdikten sonra ülkedeki azınlıkları koruma sözü vermişti.
Ancak binlerce sivilin öldüğü çatışmalar, Şara’nın taahhütlerine gölge düşürdü.
SDG bu olaylarla ilgili olarak geçiş yönetimini suçluyor.
BBC Monitoring (İzleme Servisi), SDG lideri Mazlum Abdi’nin 1 Ağustos’ta verdiği bir röportajda, Dürzilerin çoğunlukta olduğu Süveyda vilayetindeki şiddet olaylarından geçiş hükümetinin “Suriye unsurlarına yönelik dışlayıcı politikalarını” sorumlu tuttuğunu söylediğini aktardı. Abdi, “İstikrarı sağlamak için karar alma sürecinde tüm grupların temsil edilmesi gerek” dedi.
BBC Türkçe‘nin sorularını yanıtlayan gazeteci ve The Kurds of Northern Syria(Kuzey Suriye’nin Kürtleri) kitabının yazarı Wladimir van Wilgenburg ise SDG’nin Süveyda’da yaşananlardan sonra Şam’daki yeni yönetime güvenini “daha da kaybettiğini” söylüyor.
Van Wilgenburg, “Şam’ın, Süveyda’da yaptıkları gibi bir genel aşiret seferberliğiyle benzer bir şey yapabileceğinden şüpheleniyorlar” diye de ekliyor.
‘ABD’li siyasetçiler bir tür ademi merkeziyetçiliğin gerekliliğini kabul etmeye başlıyor’
SDG’nin Suriye’de merkezi bir yönetim biçimine daha güçlü şekilde karşı çıkmasında uluslararası aktörlerin de etkili olduğu düşünülüyor.
Bu aktörler arasında ABD ve İsrail de var.
BBC Türkçe‘nin sorularını yanıtlayan Washington’daki Kurdish Peace Institute (Kürt Barış Enstitüsü) Araştırma Direktörü Meghan Bodette, ABD’nin “SDG ve Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi Bölgesi’nin yeni Suriye hükümetine barışçıl bir şekilde entegre olmasını” istediğini söylüyor.
Ancak Bodette, Suriye’de iç savaşın başladığı 2011 öncesi merkezileşmeye dönüşün ABD açısından tehdit olarak görülen IŞİD ve İran gibi aktörler nedeniyle “barışçıl yollarla olmayacağını” savunuyor.
Bodette, Suriye’de “hükümet ve hükümet yanlısı güçlerin Süveyda’da işlediği vahşetin ardından ABD’li siyasetçiler bir tür ademi merkeziyetçiliğin gerekliliğini kabul etmeye başlıyor” diye de ekliyor.
Süveyda’da şiddet olaylarının tırmanmasının ardından Şam yönetimi hükümet güçlerini vilayet ve çevresine yönlendirmiş ve ardından ateşkes sağlanmıştı.
Uluslararası Af Örgütü, 2 Eylül’de yayımladığı bir raporda onlarca Dürzinin infazının “hükümet ve ona bağlı güçler, askeri üniformalı kişiler” tarafından gerçekleştirildiğini tespit ettiğini açıkladı.
ABD’nin Türkiye Büyükelçisi ve Ortadoğu Özel Temsilcisi Tom Barrack daha önce Washington’ın Suriye’deki Kürtlerin ayrı bir devlet kurmasını desteklemediğini söylemişti.
Prof. Dr Mesut Yeğen, Washington’un bölgede değişen pozisyonunun, “ABD’nin hem bölge realitesini daha fazla tanımasıyla hem de [Suriye’de] rejimin istikrar sağlayacak bir çoğulculuk kapsayıcılık gösteremediğini idrak etmiş olmasıyla ilgili” olduğu yorumunda bulunuyor.
Suriye’de merkezi bir yönetim ihtimalini zayıflatan bir diğer aktörün de İsrail olduğu düşünülüyor.
İsrail, eski Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ve yönetiminin devrilmesinden bu yana Suriye’de çok sayıda hava saldırısı düzenledi.
Bunlardan bazıları binlerce azınlığın hayatını kaybettiği çatışmaların ardından 17 Temmuz’da düzenlenmiş, İsrail saldırıların nedeninin Dürzileri korumak olduğunu açıklamıştı.
Yeğen, İsrail’in Şam yakınları da dahil olmak üzere son dönemde Suriye’de düzenlediği saldırılarının SDG’yi Şam yönetimine karşı “kendisini daha güçlü hissetmeye sevk etmiş olabileceğini” söylüyor.
Türkiye Suriye’ye askeri operasyon düzenleyebilir mi?
Suriye’de iktidar değişiminden bu yana merkezi bir yönetimden yana olan Türkiye, SDG’nin ademi merkeziyetçi yönetim taleplerine karşı çıkıyor.
Son olarak Milli Savunma Bakanlığı (MSB) Sözcüsü Tuğamiral Zeki Aktürk, 4 Eylül’de yaptığı basın açıklamalarında, “SDG terör örgütü, Suriye ordusuna entegrasyon sürecine uymalı, Suriye’nin siyasi birliği ve toprak bütünlüğüne zarar verecek her türlü eylem ve söylemden vazgeçmelidir” dedi.
Aktürk, Türkiye’nin “gerektiğinde hem kendi güvenliği hem de Suriye’nin istikrarına katkı sağlamak için Suriye’ye her türlü desteği vereceğini” söyledi.
Peki SDG’nin entegrasyonu reddetmesi Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine yeni askeri operasyonlar düzenlemesiyle sonuçlanabilir mi?
Mesut Yeğen, bu senaryonun “pek olası görünmediğini” söylüyor:
“Çünkü bu Suriye’de zar zor oluşmuş gibi görünen istikrarı geri dönülmez bir şekilde ortadan kaldırabilir. Daha büyük risk olarak da İsrail ile karşı karşıya gelme ihtimalini ortaya çıkarabilir. Bunlar şu anda Türkiye’nin göz alabileceği risklere benzemiyor” diyor.
Yeğen’e göre Türkiye bunun yerine, “Şam yönetime lojistik ve askeri destek sağlayarak Şara rejiminin üzerindeki kontrolünü artırmaya çalışabilir.
“Ama bu çok sonuç vereceğe benzemiyor” diyor Yeğen ve ekliyor:
“Çünkü bu olursa, büyük ihtimalle SDG’yi de destekleyecek İsrail ya da ABD gibi güçler orada olacaktır.”
PKK ile süreci nasıl etkileyebilir?
Gazeteci ve yazar Wladimir van Wilgenburg, “Şam ile SDG arasında çatışma çıkması durumunda PKK ile Türkiye arasındaki barış süreci çökebilir” diyor.
Van Wilgenburg, “Şam ile SDG arasında bazı küçük çatışmalar ve gerginlikler yaşansa da, şimdiye kadar her iki taraf da diyalog yolunu tercih etti” diye de ekliyor.
Prof. Dr Mesut Yeğen, askeri müdahale gerçekleşmeden de “Türkiye’nin sürecin dondurucuya kaldırabileceği” görüşünde:
“SDG, 10 Mart mutabakatını kabul etmeyen, üst perdeden bir pozisyon almaya devam ederse, askeri müdahale olmadan Türkiye’de sürecin bitmesi gibi bir senaryoyla karşı karşıya kalabiliriz.”
Kürt Barış Enstitüsü’nden Meghan Bodette ise Suriye ve Türkiye’deki sürecin ancak paralel şekilde yürütülebileceğini savunuyor:
“Türkiye, Suriye’de dil haklarının, din özgürlüğünün ve ademi merkeziyetçi yönetimin resmi olarak genişletilmesinin, Kürtlerin ve Türkiye’deki diğer toplulukların da aynı taleplerde bulunmasına yol açabileceğinden her zaman endişe duydu.
“Türkiye bu konulardaki tutumunu gevşetmez ve Suriye’deki Kürt varlığıyla yüzleşemezse, iç barışı sağlamak için gerekli reformları yapabileceğini düşünmek zor.”