Analiz

PKK’nin Öcalan’ın çağrısına olumlu veya olumsuz anlamda cevap vermesi eski önemini yitirmiş bulunmaktadır

Çözüm süreci, Türkiye’de 2013-2015 yılları arasında PKK ile Türk devleti arasında başlayan müzakereleri ifade ediyor. Bu süreç, Kürt sorununu barışçıl yollarla çözmek amacıyla başlatılmıştı.

Sürecin temel unsurları arasında, silah bırakma, demokratik reformlar ve Kürt kimliğine yönelik hakların genişletilmesi yer almaktaydı. PKK lideri Abdullah Öcalan, bu müzakerelerde kilit bir figür olarak rol almıştı. Ancak 2015’te çatışmaların yeniden başlamasıyla çözüm süreci fiilen sona ermişti. Bu dönem, Türkiye’deki siyasi dinamiklerde önemli değişimlere neden olmuştu.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim’de PKK lideri Abdullah Öcalan’a, örgütü lağvetmesi koşuluyla, “Umut hakkı için başvurması ve TBMM’de DEM Parti Grup Toplantısı’nda konuşması” için çağrı yapması, Türkiye’de büyük yankı uyandırdı. Bu çağrıyı kimi siyasetçiler bu çağrının değerli olduğunu bu fırsatın değerlendirilmesi yönündeyken kimi siyasetçiler de bu çağrıya temkinli yaklaşmakta.

Bu arada Suriye de beklenmedik bir şekilde çok kısa bir sürede Beşer Esad rejimi çöktü ve ülkeyi terk etti. Suriye ve bölgede dengeler değişti. Batı Kürdistan’ın da Kürtlerin konumu ye ve Kürtler arası birlik sorunu tekrar gündemin başına oturdu.

Bahçeli’nin Abdullah Öcalan ile ilgili mecliste açıklamalarından sonra yeni bir ‘çözüm süreci’nden bahsedilmektedir. Bu nasıl bir süreç olur? yine bir çözüm süreci mi yoksa PKK’nin tavsiye süreci midir?  

Bu konuları  Kürt siyasetçi Botan Ahmede sorduk. Botan Ahmed’in verdiği cevapları ve süreçle ilgili görüşlerini siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz.

BOTAN AHMED

Başarılı olup olmayacağı ve daha sonra nereye evrileceği tartışmalı bir konudur, lakin Devlet Bahçeli’nin Abdullah Öcalan’ı devreye sokarak başlatmak istediği sürecin esas amacı PKK’nin lağvedilmesini içermektedir.

Abdullah Öcalan’la görüşmeyi ısrarla dayatan Devlet Bahçelidir; fakat, bunu Erdoğan’dan habersiz ve kendi inisiyatifiyle gerçekleştirmemektedir.

PKK’nin tasfiyesi konusunda aralarında hiçbir görüş farklılığı bulunmayan Erdoğan ve Bahçeli’nin Kürd sorununun çözümü bağlamında aynı yaklaşıma sahip olduğunu ileri sürmek zorlama bir değerlendirmedir. Şüphesiz Erdoğan’ın mevcut durumda izlediği stratejinin Devlet Bahçelinin ısrarla savunduğu güvenlikçi politikadan hiçbir farkı yoktur. Ne ki, tüm Kürd kazanımlarını yok etmeyi amaçlayan bu politikanın ilanihaye yürümeyeceğini en başta Erdoğan bilmektedir.

PKK’nin ateşkes ilan ederek silah bırakması, Kürd probleminin çözümü konusunda önemli bir eşiğin aşılması anlamına gelmektedir. “Terör” listesinde yer alan PKK’nin Öcalan tarafından lağvedilmesi, Türk devletinin bu gerekçeye sığınarak çözümsüzlüğü meşrulaştırma politikasını önemli ölçüde geçersiz kılacaktır. Türk yönetimi Kürdlere değil, terör örgütüne karşı olduğunu iddia etmektedir. Erdoğan; PKK’nin silah bırakması halinde, ya gerçek yüzünü göstererek aslında Kürd düşmanı olduğunu kanıtlayacak ya da güvenlikçi politikadan vazgeçerek Kürtlerin ulus olmaktan kaynaklanan taleplerini anayasal güvenceye kavuşturmak amacıyla yeni bir süreç başlatmak zorunda kalacaktır.

Devlet Bahçeli’nin yaklaşımı, Kürd sorununun çözümü konusunda hiçbir açılıma mahal vermeden PKK’nin tasfiyesini içermektedir. PKK’nin lağvedilmesi karşılığında Öcalan’ın ev hapsine alınmasını öneren bu çerçevenin ilerde yeni sorunların çıkmasına davetiye çıkarmaktan başka bir sonucu olmayacaktır. Devletin bekası açısından Devlet Bahçeli’nin Öcalan’ın ev hapsine alınması dışında, ayrıca Kürdlerin kimlik, dil, kültür gibi birtakım taleplerinin karşılanmasına ikna edilmesi gerekmektedir. Bu konuda Bahçeli’nin rıza göstermesi şüphesiz kolay değildir. Fakat Öcalan konusunda çıtayı hayli yüksek tutan ve her türlü riski göze alan Bahçeli’nin devletin geleceği açısından ikna edilmesi zor, lakin imkansız değildir.  

 Devletin yürütme gücünün başında Erdoğan bulunmaktadır. Şimdilik Bahçeli’nin belirlediği sınırlar dahilinde hareket etmektedir. Fakat PKK’nin Öcalan vasıtasıyla lağvedilmesinin Kürt sorununun çözüme kavuştuğu anlamına gelmediğini, bunca tecrübeden sonra ilgili pek çok çevre dile getirmektedir. Kürtlerin ulus olmaktan kaynaklanan taleplerinin mutlak anlamda anayasal güvenceye bağlanmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Bu gerçek görülmez, şimdiye kadar olduğu gibi güvenlikçi politikada ısrar edilirse, şüphesiz Kürdleri zor bir dönem beklemektedir. Fakat bu karanlık gelecekten Kürtlerden çok Türk devleti zarar görecektir. Türk devletinin son elli yılını tüketen çelişki, çatışma ve sorunlar yumağı, bir elli, belki yüz yıl daha tüm enerjisini emerek eninde sonunda bir hal yoluna girecektir.  

Erdoğan sadece devletin bekası için değil, kendi geleceğini garantiye almak istiyorsa Kürd sorununu çözmek zorundadır. Kürt sorunu, iktidarda kalmak isteyen partiler açısından kader belirleyici konumdadır. Çözüm konusunda başarısız kalan tüm partilerin tarihin tozlu sayfalarında yer almasının esas nedeni Kürd sorunudur. Erdoğan aynı akıbete uğramak istemiyorsa eski fabrika ayarlarına dönmek zorundadır. Erdoğan Kürdlerin desteğini almadan bir daha asla seçimi kazanma şansına sahip değildir. Sadece devletin bekası açısından değil, aynı zamanda kendi kişisel geleceği açısından da Erdoğan’ın Kürd sorununu çözmekten başka seçeneği bulunmamaktadır. Bu açıdan geçmişin tersine bu sefer Kürd sorununun çözüme kavuşma olasılığı daha yüksek görünmektedir.        

Öcalan’ın hangi içerikte konuşacağı ve PKK’nin buna nasıl cevap vereceği tartışmalı bir konudur. Şayet çağrıda bulunursa geçmişe göre eli daha güçlü görünmektedir. Şimdiye kadar yaptığı tüm çağrılara kulak asmayan PKK’nin mevcut durumda bunu ret etme olasılığı giderek ortadan kalkmaktadır. Bölgesel çelişki ve çatışmalardan azami derecede yararlanan ve başta İran olmak üzere HAŞDİ ŞABİ gibi örgütlerin güçlü desteğini arkasında gören PKK, mevcut durumda tüm dayanaklarını kaybetmiş bulunmaktadır. Bu açıdan Öcalan’ın çağrısına bu sefer riayet etme olasılığı daha yüksek görünmektedir.

Aslında PKK’nin Öcalan’ın çağrısına olumlu veya olumsuz anlamda cevap vermesi eski önemini yitirmiş bulunmaktadır. PKK’nin içerde kayda değer hiçbir gerilla gücü bulunmamaktadır. Zaten fiili bir ateşkes durumu yaşanmaktadır. Öcalan açısından artık gerekli olan PKK değil, Türkiye’deki legal kurumlar ve Rojava’nın vereceği destektir.

PKK’nin Öcalan’ın çağrısına olumsuz cevap vermesi hayli zor görünmektedir, fakat bu durumda bile geçmişte olduğu gibi PKK’nin süreci sabote etme kabiliyeti giderek imkansız hale gelmektedir. Şüphesiz PKK’nin olumsuz tavır takınması başta gerilla güçlerinde olmak üzere Avrupa ve legal kurumlarda kaçınılmaz olarak bazı problemlerin yaşanmasına neden olacaktır, ancak eninde sonunda Öcalan’ın görüşleri hakim olacaktır. Erdoğan’ın Bahçeli eliyle başlattığı bu sürecin esas amacı bir dönem daha iktidarda kalmayı garantiye almaktır. Bu durumda başta DEM partisi olmak üzere tüm Kürt kurumlarının hükümet karşıtı pozisyondan çıkartılarak temel bazı konularda Erdoğan ve partisini destekleyecek bir konuma getirilmesi gerekmektedir. Yeni dönemde Öcalan’ın esas görevi bu olacaktır. Şüphesiz DEM partisinin her konuda Erdoğan’ı desteklemesi mümkün değildir, ancak bir dönem daha iktidarda kalması için gerekli olan desteği vermesi her halükarda gerçekleşmek zorundadır. Yoksa bu süreci başlatmanın hiçbir anlamı kalmayacaktır. DEM parti içerisinde Erdoğan düşmanlığında ısrar eden bazı unsurların rötuşlanarak daha makul bir yapının yeniden organize edilmesine ihtiyaç vardır. Öcalan’a bu inisiyatif tanınırsa bunu gerçekleştirmesi zor olmayacaktır.

Türkiye’nin sahip olduğu farklı koşullardan dolayı Kürd sorununun çözümü siyasal demokratik yollardan gerçekleşmek zorundadır. Kuzeyin tersine başta Güney Kürdistan olmak üzere Rojava ve Doğu Kürdistan’da Kürd probleminin çözümünde bölgesel ve uluslararası güçlerin rolü çok daha belirgin bir biçimde ön plana çıkmaktadır. Güney Kürdistan’da uçuşa yasak bölgenin ilan edilmesi ve koalisyon güçlerinin Kobani’ye yaptığı müdahale, bunun en çarpıcı iki kanıtıdır. Bu durum Peşmerge savaşı ve YPG güçlerinin Güney Kürdistan ve Rojava devriminde stratejik rol oynamadığı anlamına gelmemektedir. Tersine onlarca yıla dayanan zorlu direnişten sonra ortaya çıkan elverişli zeminden dolayı koalisyon güçlerinin müdahalede bulunma koşulları yakalanmıştır. Karşılıklı olarak birbirini koşullandıran bu gerekçeden dolayı Kürdistan’ın diğer parçalarının geleceği ağırlıklı olarak Ortadoğu düzleminde meydana gelen gelişmelere bağlı olarak şekil almaktadır.   

Güney Kürdistan’da olduğu gibi Rojava’nın mevcut durumu ve ilerde Doğu Kürdistan’ın kaderi Amerika öncülüğündeki batılı ülkeler ve bölgedeki çelişki ve çatışmalar tarafından tayin edilecektir. Fakat bu sefer geçmişten farklı olarak İsrail faktörü çok daha baskın tarzda devreye girmektedir. Şu anda Ortadoğu’da meydana gelen tüm gelişmeler ağırlıklı olarak İsrail devletinin güvenliği etrafında biçim almaktadır.

Düşman devlet ve örgütler tarafından kıskaca alınan İsrail’in güvenliği ilanihaye batının desteğine dayanılarak sağlanamaz. Bu konuda mutlak anlamda bariyer oluşturacak, tampon görevini görecek bazı güçlere ihtiyaç duyulmaktadır. Kürdistan’ın Ortadoğu’daki konumu bu düğümün çözümünde stratejik rol oynayacak kadar önem kazanmaktadır.  

Türkiye; İsrail devletinin Rojava üzerinden kendi sınırlarına dayanma ihtimaline karşı daha düne kadar kıyametler kopararak her türlü tedbiri almaktan çekinmeyeceğini beyan etmekteydi. Şimdi aynı tehlikeyi İsrail yanı başında görmektedir. Türk devletinin HTŞ güçlerine dayanarak İsrail sınırına dayanması, Yahudi devletinin geleceği açısından gerçek anlamda tehlike oluşturmaktadır. İsrail’in Türkiye sınırına dayanması Türklerin korkusu, Türkiye’nin İsrail sınırına dayanması İsrail devletinin büyük korkusudur. İsrail devletinin bu korkuyla yaşaması ve Türk ordusunun Demokles’in kılıcı gibi tepesinde sallanmasına tahammül göstermesi mümkün değildir.

Amerika ve batılı devletlerin, İsrail devletinin güvenliğini sağlamak amacıyla Golan ve Süveyda mıntıkalarında Dürzi’ler, Ürdün sınırında Amerikan yanlısı muhalefet güçleri ve en önemlisi Türk devleti ve İran’a bağlı milis güçlerine karşı tampon bir bölge oluşturmak amacıyla Rojava coğrafyasının etki alanı olarak belirlenmeye çalışıldığı görülmektedir.  

Kürdlerin Rojava’daki varlığı sadece İsrail devleti açısından değil, aynı zamanda Amerika ve koalisyon güçlerinin Ortadoğu’daki hakimiyeti bakımından hayati önem taşımaktadır.

Türkiye’nin, Kürdlerin stratejik konumuna son vermek ve statü kazanmasını önlemek amacıyla savaş dahil her türlü girişimde bulunacağı anlaşılmaktadır. BAAS rejiminin yıkılmasından aldığı cesaretle Türk devletinin gücünden fazla tehditlerde bulunduğu görülmektedir. Bu konuda Amerika’nın tutumu belirleyici olmaktadır. Amerika’nın kararlı duruşu, Türkiye’nin manevra kabiliyetini sınırlayacak kapasitededir. Türkiye bu kararlı duruş karşısında ya işgal girişimlerinden vazgeçerek taviz vermek zorunda kalacak ya da gözünü karartarak Amerika’ya rağmen adım atacaktır. Tüm Ortadoğu’yu yeniden belirsiz bir kaosa sürükleyecek bu girişimden Türk devletinin nihai zafer kazanması mümkün değildir. Dünyanın şimşeklerini üzerine çekecek bu işgalden dolayı, Türkiye’nin şeytanlaştırılarak tecrit edilmesi, ambargolara tabi tutulması ve sonunda tıpkı Güney Kürdistan’da olduğu gibi korunmaya alınarak statüye kavuşturulma olasılığı daha yüksek görünmektedir.  

Türkiye’nin askeri işgal dışında, kuşku yok ki başka planları da bulunmaktadır. Son dönemde sıklıkla dile getirdiği gibi Rojava sorununu HTŞ yönetimine havale ederek bu zemin üzerinden sonuç almaya kalkışması, bu planlardan sadece bir tanesidir. Fakat hemen belirtelim bu stratejiden daha problemli bir senaryo yoktur. NATO üyesi Türkiye’nin işgaline izin vermeyen batının HTŞ gibi EL KAİDE türevi bir örgütün müdahalesine yeşil ışık yakması akla ziyan beklentidir. Kaldı ki şayet hava desteği sağlanmazsa ne HTŞ’nin ve ne de SMO denilen Türkiye yanlısı gurupların tek başına QSD güçleriyle baş etmesi mümkün değildir. Bu açıdan şimdilik çok gündemde olmayan ancak önümüzdeki dönemde Türkiye’nin önündeki seçenekler tükendikçe kaçınılmaz olarak ön plana çıkacak diğer bir seçenek daha bulunmaktadır. Türkiye; beklentilerin aksine şayet Trump yönetimini ikna etmezse, Öcalan faktörüne dayanarak Güney Kürdistan benzeri bir ilişki tarzına yönelmek zorunda kalacaktır.

ABD’nin; Rojava’yı, askeri işgalden vaz geçmesi karşılığında, İsrail’in güvenliğini garantiye almak koşuluyla Türkiye’nin etki alanına bırakması, sadece bir olasılık değil, aynı zamanda önümüzdeki dönemde zorunlu olarak gündeme girecek en önemli senaryolardan birisi olacaktır.   

Bahçeli’nin ısrarla Öcalan faktörünü gündemde tutmasının esas nedeni budur.

Kürdlerin tüm bu olasılıkları göz önünde bulundurarak askeri savunma kadar diplomasi ve siyasal girişimlerde bulunmasına şiddetle ihtiyaç vardır.   

Kürd gruplarının ortak heyet ve tek ses olarak Şam’a gitmesi en doğru yaklaşımdır. Türk devletinin PYD’nin PKK ilişkilerinden dolayı maraza çıkaracağı ve her türlü ilişki girişimini sabote etmek için tüm gücünü devreye sokacağından hiç kimsenin şüphesi bulunmamaktadır. Bu açıdan Kürdler arasında birliğin sağlanması için öncelikle PYD’nin PKK ile bağlarını resmi olarak bitirdiğini beyan etmesi gerekmektedir. PYD’nin bu temelde atacağı her adım hem Kürdler arasında birliğin yolunu açacak ve hem de diplomatik ve siyasi planda Kürdlerin elini oldukça güçlendirecektir. Buna karşılık ENKS nin bazı üyeleri tarafından Kürdleri rencide eden pek çok açıklama yapılmaktadır. Sosyal medya üzerinden yapılan bu açıklamaların hiçbir yararı yoktur. Ayrıca şimdiden pazarlık konusu olacak pek çok konuda tavizlerin verilmesi ilerde sadece Kürdleri zor durumda bırakacaktır. Tüm bu sabote edici çabaların boşa çıkartılması ve ortaya çıkan tarihi fırsatın değerlendirilmesi açısından Güney Kürdistan’ın kesinkes inisiyatif ortaya koyması, sadece birlik yönünde değil aynı zamanda uluslararası diplomatik çalışmalara öncülük yapması gerekmektedir. Kürdistan tarihi önemde bir süreçten geçmektedir. Sürecin hassasiyetinden dolayı ortam PKK gibi bahane üreten, gelişmeleri sabote eden bir örgütün inisiyatifine bırakılamayacak kadar önemlidir.

Bu dönemde doğru rota belirleyerek Kürdlere yol gösterecek yegane güç, uluslararası deneyime sahip Güney Kürdistan yönetimidir. Tüm Kürdlerin beklentisi budur ve bu rol mutlaka oynanmalıdır.    

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu