Analiz

Ömer Murat yazdı: Erdoğan’ın oyun planı hiç de zayıf değil

”Erdoğan’ın hedefi HDP seçmeninin AKP’ye oy vermesini sağlamak değil, bunun mümkün olmadığını gayet iyi biliyor, onun amacı, milliyetçi seçmeni Millet İttifakı’ndan uzaklaştırıp MHP’ye doğru itekleme hamlelerini yaparken, muhafazakar Kürtleri AKP’den uzaklaştırmamak, tersine gönüllerini alacak açık sembolik tavizler vererek onları rahatlatmak…

Erdoğan Millet İttifakı caddesindeki koalisyonu tabanda dağıtmak için operasyon düğmesine basmadan önce kendi caddesindeki dükkanları itina ve ihtimamla hazırlıyor: Kürtlere “Kavgamız sizinle değil, sekülerlikle, muhafazakar karşıtı cepheyle, bakın bunun alametifarikası olarak Hüda-Par’ı içime aldım, Kürtçü söylemler yürüten vekil adaylarıyla karşınıza çıkıyorum” diyor ve onları AKP mağazasının içindeki özel Hüda-Par standına davet ediyor.”

Kronos News’te Ömer Murat‘ın dünkü yazısında yaklaşan seçimlere dair Erdoğan’ın seçmene yönelik hamlelerine değindiği analizini aktaralım: 

Erdoğan seçim öncesi manidar görülen sessizliğini nihayet bozarak kendisinden beklenilen tarzda nasıl bir “ortalığı karıştırarak kutuplaştırmayı artırma” stratejisi izleyeceğine dair ilk ciddi işaretini verdi.

Maraş’ta Perşembe günü depremzedelere yönelik yaptığı konuşmaya “Ramazan ayının ilk iftarını şehit yakınlarımız, gazilerimiz ve depremzedelerimizle birlikte yaptık” diye başlayan AKP liderinin “depremzedeleri” gündemin ilk sırasından düşürme arzusunu ifşâ eden girişteki bu sıralamasının tesadüfî olmadığı konuşmanın geri kalanında iyice meydana çıktı.

Zor şartlarda çadırlarda yaşam mücadelesi veren ve ne zaman başlarını bir konteyner eve sokabilecekleri sorusunun cevabını merakla bekleyen depremzedelere şu “müjdeyi” verdi: “Sınır ötesi harekatlarımız sayesinde bölücü terör örgütünü Suriye ve Irak’ta kıpırdayamaz hale getirdik. Sizlerin huzurunda bir kez daha ifade ediyorum. Son terörist de ülkemiz ve milletimiz için tehdit unsuru olmaktan çıkarılana dek operasyonlarımız sınırlarımızın içinde ve dışında devam edecektir.”

Vakit daralıyordu, eğer seçim öncesi Suriye ve Irak’a askeri harekatlar düzenlenecekse buna zihni “deprem felaketi ve enflasyon canavarıyla iştigale boğulmuş” kamuoyunun hazırlanması gerekiyordu. Öyle ya, herkesin dikkati depremle ilgili gelişmelere ve çarşı-pazarı yakıp kavuran enflasyona çevrilmişken birdenbire yeni bir askeri harekat başlatmak hedeflenen neticeleri vermeyebilir, insanların kafasında şüpheler oluşturabilirdi. O yüzden bu ithamı muhalefete döndüreceği şekilde söylemde gerekli değişiklikleri yapıyordu. Bu tipik Erdoğan’dı: Her ayrıntısını inceden inceye planladığı “sinsi hesapların” hâşâ kendisi değil asıl rakipleri tarafından yapıldığını iddia ediyordu. Halk deprem felaketiyle boğuşurken “başka hesaplar” içerisinde olan iktidar değil, asıl muhalefetti.

Nasıl mı? Konuşmasının bu kısmında AKP lideri artık sanki sadece şehit yakınları ve gazilere hitap ediyormuş gibi seslendi: “Yaklaşan seçimler öncesinde siyaset sahnesinde yaşanan utanç verici pazarlıkların sizlerin yaralarını yeniden kanattığını biliyorum. Özellikle ana muhalefetin başındaki ve yanındakiler, bu deprem felaketini yaşadığımız böyle bir dönemde, bunlarla aynı masaya oturup aynı masa etrafında hala ülkemizin geleceğini karartma gayretlerini 14 Mayıs’ta hep beraber boşa çıkartacağız.”

Ama “ihanet” sadece aynı masaya oturup onlarla pazarlık yapmakla bitmiyordu. Daha büyük “alçaklıklar” söz konusuydu, onlara karşı mücadele edilmesi gerekiyordu: “Terörü yenmekle kalmayacağız. Bu alçaklara destek verenlerin, sırtlarını sıvazlayanların, onları silah ve mühimmata boğanların kirli hesaplarını da bozacağız. Türkiye’yi terörle dize getirme, Türk siyasetini marjinal yapılar eliyle dizayn etme girişimlerini hep beraber boşa çıkartacağız.”

Kürtleri kızdırıp toplu halde muhalefete yönlendirdiği için son belediye seçimlerini kaybedeceğini anladığı zaman telaşla İmralı’dan mektup alıp TRT’de okutan, hatta Osman Öcalan’ı TRT’ye çıkaran kendisi değilmiş gibi şöyle dedi: “Birilerinin koltuk uğruna, üç günlük siyasi çıkarları uğruna bölücü örgütün uzantılarının kapısında nöbet tutması, Kandil’in veyahut Edirne’nin kapısında nöbet tutması sizleri karamsarlığa sürüklemesin.” Bu cümlede İmralı’nın atlanması da tabiatıyla hiç tesadüf değildir.

Erdoğan bu açmazı AKP-MHP ortaklığının yanına Hüda-Par’ı eklemleyerek aşmayı planlıyor. Herkes bu partinin oy oranının düşüklüğünden dolayı seçim sonuçlarına kritik bir etkide bulunmayacağını düşünse de AKP lideri aynı fikirde değil. Erdoğan sembollerin halk muhayyilesinde ne denli güçlü bir etkide bulunduğunu, onları kurnazca kullanabilme becerisini gösterebilirseniz aklıyla değil duygularıyla hareket etmelerini sağlayarak halkı istediğiniz yöne nasıl çekebileceğinizi gayet iyi biliyor.

Erdoğan MHP’yle ittifak kurarken siyasal İslamcılığı daha milliyetçi bir çizgiye çekmişti. Arada ciddi uyuşmazlıklar, çarpıklıklar vardı ama Erdoğan tüm bunları ideolojik bazda çözmeye hiç çalışmayarak, sadece kişisel karizması ve propaganda gücüyle kapatıyordu. Türkiye Cumhuriyeti her ne kadar bir “ulus devlet” olarak kurulmuşsa da, gerçekte Türklük paydasından ziyade Müslümanlık ortak kimliği üzerinde buluşan topluluklarca kurulmuştu. Mesela ana diliniz Türkçe olsa bile eğer Hrıstiyansanız, yeni cumhuriyeti kuran halk kitlesi arasında sayılmıyordunuz. Ama ana diliniz Türkçe olmadığı, yani etnik olarak Türk olmadığınız halde Balkan ve Kafkaslarda yaşayan Müslümanlardansanız size rahatlıkla vatandaşlık bahşediliyordu. Laik Kemalist ideoloji bu açmazı hiç çözmeye uğraşmamış, “Ne mutlu Türküm diyene!” sözüyle konuyu kestirip atmıştı. Erdoğan da MHP’yle ittifakın kurulduğu süreçte “Türk, belli bir kavmin adı değil tüm Müslümanları ifade eden bir isimdir” gibi söylemleriyle bu mirasın izinden kendine bir yol açmakta zorlanmamıştı.

Erdoğan artık direksiyonu siyasal İslam’ın “geleneksel” çizgisine doğru kırıyor. Bunu yaparken MHP’nin de yanından ayrılamayacağını iyi biliyor. MHP’yle ittifak nasıl AKP’yi daha milliyetçi bir çizgiye çektiyse, AKP’yle ittifak da MHP’yi daha önce hiç olmadığı kadar muhafazakar bir noktaya getirdi. Öncesinde MHP milliyetçiliğinin alametifarikası kıblesinin Mekke değil, Tanrı dağları olmasıydı. Muhsin Yazıcıoğlu liderliğinde kurulan Büyük Birlik Partisi’ni (BBP), MHP’den ideolojik olarak ayıran bu farklılığıydı. BBP’nin “enkazını” AKP’nin arka bahçesine taşıtan Erdoğan, yanına çektiği MHP’yi de süreç içerisinde belli ölçüde BBP’leştirdi. Diğer yandan Sinan Ateş suikastı, Erdoğan’a MHP’yi hizada tutabilmesi için ayrı, güçlü bir manivela daha veriyor.

PKK/YPG’ye yönelik askeri harekatlardan şehit cenazeleri geldiğinde, HDP kapatılarak siyasetçileri tutuklandığında, (veya bu doğrultuda benzer hamleler yapıldığında), Kürtlerin “ülkenin bölünmez bütünlüğüne” yönelik en büyük tehdit olduklarına dair bir hava estirildiğinde, bundan AKP’ye, Erdoğan’a oy veren veya verme potansiyeli olan Kürtlerin önemli bir bölümü de etkileniyor. Oysa HDP’nin birinci parti olduğu illerin neredeyse hepsinde AKP ikinci parti konumunda bulunuyor.

Erdoğan bu açmazı partisini daha da sağa kaydırarak çözebileceğini düşünüyor. Türkiye’de Kürtlerin “sağ” kanadı, ortalamanın üzerinde muhafazakarlık ve dindarlığa sahiptir. Erdoğan’ın Kürt milliyetçiliğinin İslamcı kanadını temsil eden bir parti olan Hüda-Par’ı yanına alması, hatta o partinin temsilcilerini Kürt çoğunluklu illerde doğrudan AKP milletvekili listesine eklemesi sembolik etkisi kuvvetli bir adımdır.

Hüda-Par’ın parti programında yer alan çarpıcı bazı bölümleri hatırlayalım: “Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin Türk olduğu nitelemesinden vazgeçilerek Kürtlerin varlığı anayasal olarak tanınmalı, Türkler ve Kürtler, ülkenin asli kurucu halkları olarak kabul edilmelidir. Kürtçe, Türkçe ile beraber ikinci resmi dil olarak kabul edilmeli, Kürtçe aynı zamanda eğitim dili olmalıdır. İlköğretim öğrencilerine okutulan, ırkçılık kokan ‘Andımız’ ve benzeri metinler kaldırılmalıdır. Muhtelif yerlerde yazılan ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ gibi yazılar silinmeli, “Bir Türk dünyaya bedeldir.” şeklindeki ırkçı söylemlere son verilmelidir. Olumlu ve olumsuz tüm yönleri ile eyalet sistemi, özerklik, federasyon gibi yönetim modelleri üzerinde serbestçe tartışılabilmelidir. İsimleri değiştirilen yerleşim yerlerine eski adları geri verilmelidir. Ergenekon, JİTEM ve benzeri yapılanmaların bölgede yaptığı hukuksuzluklar derinlemesine soruşturulmalıdır.”

Şöyle düşünün: Altılı Masa milliyetçi seçmeni kaybedebileceği korkusuyla HDP’yle resmen bir ittifaka girmekten özenle kaçınırken, Erdoğan Kürt milliyetçisi bir partinin adaylarını muhtemelen seçilebilecekleri yerlerden AKP seçmen listelerine koyuyor. Kılıçdaroğlu aday olarak ilan edildikten sonra kamuoyuyla paylaşılan ilk afişlerde arka planda “Andımız” metnine yer verildi. Bu, CHP liderinin seçimi kazanması halinde Andımız’ın okullarda yeniden okutulacağını vaad ettiği anlamına geliyor. CHP Grup Başkanvekili, MHP’yi Andımız’a karşı çıkan bir partiyle aynı ittifakta yer aldığı için eleştiriyor. Kılıçdaroğlu’nun HDP seçmeninin, yani Kürtlerin oylarını almadan seçimi kazanamayacağı gerçeğini hatırladığımızda burada Erdoğan’ın seçim taarruzları karşısında darmadağın olabilecek iğreti bir ideolojik zırhla karşı karşıya bulunduğumuzu görüyoruz. Seçimi kazanabilmek için Kürtlerin oylarına ihtiyaç duyduğunuzu bile bile Andımız’ı getirmeyi vaat etmek, fikri planda Erdoğan’dan daha güçlü bir söyleme sahip olmadığınızın önemli bir göstergesidir.

Erdoğan HDP’yi PKK’yla eşitleyerek muhalefete yüklenirken, muhalefet Hüda-Par’ın Hizbullah’la bağlantılarını gündeme getirerek bunu boşa çıkaramaz mı? Millet İttifakı “kaçak güreşmeyi” tercih etmeseydi, belki bu güçlü bir karşı söylem olabilirdi. Şöyle ki, eğer hukuken meşru bir siyasi parti olan Hüda-Par’ı Hizbullah’ın uzantısı olarak takdim ediyorsanız, HDP’nin PKK’nın uzantısı olarak gösterilmesi karşısında söyleyecek sözünüz de olmaz. Oysa Millet İttifakı, HDP’yle kurduğu örtülü ittifakı resmen inkar ederek Erdoğan’ın o cihetten yapacağı saldırılarından korunabileceğini sanıyor. Diğer yandan Erdoğan, Hüda-Par’ı “yerli, milli, bizden biri” şeklinde sözlerle kucaklayarak muhafazakar Kürtlere açıkça güller atıyor. Erdoğan’ın hedefi HDP seçmeninin AKP’ye oy vermesini sağlamak değil, bunun mümkün olmadığını gayet iyi biliyor, onun amacı, milliyetçi seçmeni Millet İttifakı’ndan uzaklaştırıp MHP’ye doğru itekleme hamlelerini yaparken, muhafazakar Kürtleri AKP’den uzaklaştırmamak, tersine gönüllerini alacak açık sembolik tavizler vererek onları rahatlatmak…

Erdoğan Millet İttifakı caddesindeki koalisyonu tabanda dağıtmak için operasyon düğmesine basmadan önce kendi caddesindeki dükkanları itina ve ihtimamla hazırlıyor: Kürtlere “Kavgamız sizinle değil, sekülerlikle, muhafazakar karşıtı cepheyle, bakın bunun alametifarikası olarak Hüda-Par’ı içime aldım, Kürtçü söylemler yürüten vekil adaylarıyla karşınıza çıkıyorum” diyor ve onları AKP mağazasının içindeki özel Hüda-Par standına davet ediyor. Şehit cenazeleri geldikçe “İYİP’in PKK’yla aynı cephede olmasına” bozulacak milliyetçi seçmenler için muhtemelen daha önce zaten müşterisi oldukları MHP dükkanı eski yerinde onları bekliyor. AKP lideri muhafazakar/seküler kutuplaşmasını körükledikçe “Saadet ve Gelecek’in CHP’yle aynı cephede olmasına” bozulacak seçmenlerin AKP mağazasına ayakları varmıyorsa Yeniden Refah butik dükkanı var.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan ve Kılıçdaroğlu dışında yarışacak tüm muhtemel adaylar Millet İttifakı’nın adayının oylarını bölme işlevi görüyor. CHP’nin “eski AKP’lileri milletvekili listelerine doldurmasına” bozulacak seküler seçmenler için CHP’nin önceki seçimlerde Erdoğan’dan kurtuluş umudu olarak takdim ettiği Muharrem İnce “orijinal danslarıyla” eski müşterilerini buyur etmeyi bekliyor. İYİP’in HDP’yle örtülü de olsa aynı safta olduğuna bozulan, CHP liderine oy vermek de istemeyen milliyetçi seçmenler için camialarının yakından tanıdığı bir isim olan Sinan Oğan “Türk milliyetçilerini cumhurbaşkanı adaysız bırakmayacağım” sloganıyla arzı endam ediyor.

Tüm bunlar seçmeni ikna etmeye yetmezse, “Yakarım, Roma’yı da yakarım” veya nam-ı diğer “Ben yoksam, ekonomik kaos olur” ilave B planı da üst çekmecede duruyor. Erdoğan siyasi kariyerinin bu “olmak ya da olmamak” sınavına en iyi bildiği oyun planı ve maaşlarına zam yaptığı hakemlerle, pardon hâkimlerle girmeye hazır gibi gözüküyor.

Ne demişti Akşener? Ölümü gösterip, sıtmaya razı etmek… Korkarım ki Türkiye’nin önünde “sıtmalı bir ölümden” başka seçenek bırakılmamış olsun…

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu