Kültür & Sanat

Kürtlerin Yunus Emre’si: Feqiyê Teyran

Derler ki, bu cihanda bir Hz. Süleyman, bir de Feqiyê Teyran kuşların dilinden anlardı ve onlarla insanın, insanla konuştuğu gibi konuşurdu. 

Kürtlerin Yunus Emre’si olarakda anılan asıl adı Muhammedê Ebdullah olan Feqiyê Teyran (d.1590 – ö.1660), soylu bir Kürt emirinin oğlu olan Teyran’ ın dedeleri Osmanlı devletinden alınan “Mirlik” unvanının sahibidir. Kürtçe şair, masal ve destan yazarıdır. En önemli eseri Hespê Reş‘tir (Kara At). Bu eser 1965’te Moskova’da Kürtçe-Rusça olarak yayınlanmıştır.

Feqiyê Teyran  Van Bahçesaray dünyaya gelmiştir. Medrese eğitimi alan Teyran’a Feqiyê ismi, Faki, medrese eğitimi alan talebe anlamına gelmektedir. Feqiyê Teyran, yani kuşların talebesiyse, onun yarenlik ettiği, ona yarenlik eden kuşlardan dolayı isim olarak takılmıştır.

Feqiyê Teyran, Kürt Tasavvufi Halk Edebiyatının ilk Kürtçeyle şiir yazan en eski ozanlardan bir tanesidir.  Teyran, aşkı anlattığı dizelerinde süslü ifadelerden kaçınmış, yalın bir dili tercih etmiştir. Bunun bir nedeni de, bir mirin oğlu olmasına rağmen, halkla iç içe bir yaşantı sürmüş olmasıdır. Feqiyê Teyran’ın dizeleri, böylelikle, günümüze kadar ulaşmıştır: “Bil ki benim için yar sensin / Gönülde açılan yaraya sebep sensin / Beni öldüren sensin / Derdime çare sensin / Benim için en zarif sensin”

Yaşı ilerledikçe ailenin sahip olduğu Mir/beylik ve bütün ailesel olanaklara sırtını döner, kendini okumaya, şiire ve doğaya verir. Bir gezgin gibi Cizre’de, Van’da, Mezopotamya’nın dört bir yanında dolaşmış, ona hep kuşlar yarenlik etmiştir.

İnsanüstü sabrı sayesinde kuşları anlar, hisseder ve arkadaş olur. Sonunda Anka kuşunun sesini duyar. Bu öyle bir sestir ki, taş kesilir Feqi, yüreği dolar. Hayatında böyle ses duymamıştır. Ancak güneş doğarken duyulabilen kuşun sesini duymaya vakıf olur.

Bu ermişlik mertebesi sonrasında dengbej olur, kaval ve saz aranır. Bağdat da aradığını bulur, gösterişsiz bir kaval kendisine layık bulunur. Bu sıralarda ünü, şöhreti tüm Mezopotamya da duyulmuştur. Her gittiği yerde dengbej Feqiyê diye bilinir. Kaval ile Anka kuşunun sesinin etkisiyle dolan yüreği duyulmamış besteler çalar, dinleyenler put kesilir, kımıldayamaz adeta büyülenirler..

Yıllar sonra babasının konağına döner Feqiyê Teyran. Mezopotaya da adını duyan herkes kendisini dinlemeye gelir. Bu sırada kendisi hırka giymiş, kemale ermiş, sakal uzatmış, nurlanmıştır. Ve sonunda Feqiye Teyran için ölüm vakti gelmiştir.

Yeryüzünde ne kadar kuş varsa toplanır, kimsenin bakamadığı, ışıldamaktan bembeyaz kesmiş bir kuş Feqiyê’nin yanına gelir, üç kez başının etrafında döner ve halka yapar..

Feqi Teyran sonunda hakkın rahmetine kavuşur..

Derler ki, bu cihanda bir Hz. Süleyman, bir de Feqiyê Teyran kuşların dilinden anlardı ve onlarla insanın, insanla konuştuğu gibi konuşurdu.

Feqiyê Teyran bir kuş sesi duysa hiç tereddütsüz peşinden gider, kilometrelerce yol alır, kuşun söylediklerini duymak için dervişçe bir yaşam sürdürürdü.

Bu yönünü birçok yazar, araştırmacı ve tarihçi anlatsa da, en etkili anlatımı Yaşar Kemal, Karınca’nın Su İçtiği kitabında sihirli sözcüklerle dile getirir, uzun tasvirler eşliğinde yazar.

Yarı uykuda yarı uyanık dalmışken kulağına bir kuş sesi geldi, uyandı. Sesi duyar duymaz içine bir sevinç geldi oturdu. Sevincin esrikliğine kaptırdı kendisini. Kuş bir daha öttü, mutluluk içine gömüldü. Kuşun üçüncü ötüşünde göklere uçtu. Üstündeki kuşlar da ötmeye başladılar.

Mutluluk cennetine girdi, ölümsüzlüğe kavuştu. Bütün bedeni mest oldu. Şimdiye kadar böyle bir mutluğu, esrikliği, tadı hiç yaşamamıştı. Kendinden geçmiş, başka bir dünyada gözünü açmıştı. Bu ses o kuşun sesiydi.

Kuş birkaç kez daha üst üste öttü. O artık kendinde değildi. Şimdiye kadar insanların görmediği, bilmediği tanrısal bir semah tutturdu, dönmeye başladı. Öylesine esriklik, sevinç içinde, hiç yaşanmamış bir cennette yaşıyordu ki, bir ömür böyle dönebilirdi.

Seher yelleri esti, gün ışıdı ışıyacak, gökten bir hışıltı koptu. Fakî daha dönüyordu, az sonra önüne ışıktan bir kuş kondu. Fakî kuşa bakar bakmaz gözlerini kapadı, ışığın karanlığı taş gibi üstüne çöktü. Kendine geldiğinde gün doğmuş, vakit kuşluğa erişmiş, kuş da uçmuş gitmişti. 


 

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu