Kürtçeye yasak, bu defa kendini sansürle gösterdi
Kürtçe konuşmaya yapılan tahammülsüzlüklere bir yenisi daha eklendi. Önceki gün ATV’de yayınlanan bir programda anne yılların özlemine dayanamadığı kızını görünce Kürtçe konuşmasına izin verilmeyip mikrofon kapatıldı. Oysaki Kürt bir anne kendi özlem ve duygularını sadece anadiliyle dile getirmek istedi. Eğer bu duyguları şu veya bu şekilde baskı altına alınıyorsa bu bir insanın zincire vurularak hareketsiz hale getirilmesidir. Bu konuyla ilgili bir empati yapalım. Düşününki Kürtçe bir televizyon kanalında az bir Kürtçe konuşan bir anne duygu patlaması yaptığı anda Türkçe kelimeler dökülüyor ve haykırışını Türkçe yapıyor ve bu haykırış engelleniyor. Niye Kürtçe konuşmadığı için. Böyle bir durumda Türk toplumunun tepkisi ne olur? İşte Kürtlerinde bugünkü tepkisi budur.
Abdulhakin Günaydın bugünkü Independent Türkçe’deki yazısında bu konuyu ele alarak yapılan tepkilere değiniyor. Yazıyı aktaralım:
Kürtlerin anadiline yönelik engellemeler devam ediyor. Dün özel bir televizyon kanalında Kürtçenin sansürlenmesi tepkileri toplandı. Devletin kanalı 24 saat yayın yaparken, neden özel TV kanalları sansür uyguluyor?
Türkiye’de gün geçmiyor ki Kürtçeye yönelik engelleme haberi gündem olmasın.
Kürtçeye yönelik kısıtlamalara konser ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki (TBMM) yasağa şimdi de ekranda sansür eklendi.
Dün ATV’de yayınlanan “EsraErol’da” programına katılan bir anne yıllardır göremediği kızına sarılıp Kürtçe konuştu. Ancak Kürtçe konuşan annenin sesi kanal tarafından kapatıldı.
Kürtçe konuşan kadın sesinin kapatılması, sosyal medya platformlarında gündemin baş sıralarına oturdu.
Birçok yazar, aydın ve siyasetçi, Kürtçeye yönelik sansüre tepki gösterdi.
“Ayıptır, günahtır, yazıktır”
Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA) Genel Başkanı Ali Babacan, tepkisini Kürtçe-Türkçe tweet paylaşarak gösterdi:
“Ev nêrîna ku rencîde dike, em red dikin. Şerm e, guneh e, heyf e. Biz bu rencide edici yaklaşımı reddediyoruz. Ayıptır, günahtır, yazıktır.”
“Hala birileri ‘Türkçe konuş çok konuş’ diyor!”
Muş Alparslan Üniversitesi Kürt Dili ve Edebiyatı Öğretim Görevlisi Hatip Erdoğmuş da tepki gösteren isimlerden biri.
Devlete ait kanalın 24 saat Kürtçe yayın yaptığını hatırlatan Erdoğmuş da şu paylaşımda bulundu:
Devletin okullarında Kürtçe ders var ve dersin kitaplarını devlet basmış; üniversitelerinde lisans, master ve doktora programları var; 24 saat Kürtçe yayın yapan devlet kanalı var ama kimilerinde hâlâ Kürtçe hazımsızlığı var. Hala birileri ‘Türkçe konuş çok konuş’ diyor!”
Daha önce de sansür uygulandı
Aslında dün yaşanan sansür ilk değil. Daha önce Müge Anlı ve Didem Yılmaz’ın programlarında da benzer durum yaşanmıştı.
Peki, devletin kanalı TRT Kurdi’de 24 saat yayın yapılırken, neden özel özel televizyon kanallarında sansür uygulanıyor?
Kanalda Kürtçe değil de Arapça, Rusça veya İngilizce konuşulsaydı yine de sansür olayı yaşanır mıydı?
Konuyla ilgili Independent Türkçe’ye konuşan Kürt siyasetçiler, yasak ve sansürün devletin yürüttüğü politikadan kaynaklandığı görüşünde.
“Operasyon, inkar ve şiddet ekseninde bir politika hakim”
Kürdistan Sosyalist Partisi (PSK) Genel Başkanı Bayram Bozyel, Kürtçeye yönelik tahammülsüzlüğün son 4-5 yılda Kürt meselesinde izlenen şiddet ve çatışma politikasının bir sonucu olduğunu söyledi.
Bozyel’e göre 2008-2015 döneminde Kürtçe ve Kürt meselesinde az da olsa bir rahatlama sağlandı, ancak iktidar 2015’ten sonra reform ve çözüm yöntemlerini bir kenara bırakarak şiddet ve çatışmaya dayalı bir politikaya yöneldi. O dönemden sonra esası ‘operasyon, inkar ve şiddet politika’ ekseniyle yürütülüyor.
“İzlenen siyaset Türkiye’nin nefes almasını zorlaştırıyor”
Söz konusu politikanın özellikle Kürt dili, kültürü ve sanatına yönelik yaklaşımlarda kendini daha fazla gösterdiğini ve siyasi iklimi zehirlediğini dile getiren Bozyel, “Nihayette artık Kürtçe seçmeli derslerle ilgili öğretmenler atanmıyor, Kürtçe konserlere izin verilmiyor, sözünü ettiğiniz televizyon programlarında Kürtçe söz konusu olunca ekranlar kararıyor. Bazen de parlamentoda bu Kürt ve Kürtçe karşıtlığı tutum kendisini gösteriyor” dedi.
“Bu sürdürülebilir bir şey değildir” diyen Bozyel, şöyle devam etti:
“Bu mevcut siyasal çatışmacı, inkarcı, kutuplaştırıcı iklimin sonucudur. Bu tutum Türkiye’yi geriyor ve top yekun bir krize ulaşmış durumda. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik, sosyal, siyasal ve diplomatik krizin önemli bir nedeni de Kürt meselesinde izlenen bu dar, kısır ve çatışmacı politikadır. Umuyor ve diliyorum ki bu politikalardan vazgeçilir, çünkü bu sadece Kürtlere yönelik mağduriyetlere yol açmıyor, aynı zamanda Türkiye’nin nefes almasını da zorlaştırıyor, demokratik gelişmenin önünü tıkıyor. Bu politikadan bir an önce vazgeçilmelidir.
“Kürt ve Kürdistan devletin ulusal güvenlik konsepti meselesidir”
Kürdistan Komünist Partisi (KKP) Genel Başkanı Sinan Çiftyürek ise Kürtçe yerine Arapça, Farsça veya İngilizce konuşulması durumunda benzer sansürün yaşanmayacağına dikkati çekti.
Çiftyürek’e göre bütün partiler kendi aralarında ekonomik, siyasi ve kültürel farklılıkları konuşurlar ama konu Kürtçe veya Kürdistan meselesine gelince devletin kırmızı çizgisi etrafında tek ses olurlar.
Cumhuriyetin kuruluşundan beri Kürtçenin sansürle karşı karşıya kaldığını aktaran Çiftyürek, “Kürtçenin kaynaklandığı zemin olan Kürt ve Kürdistan meselesi Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal güvenlik konsepti meselesidir. Bütün meseleler konuşulabilir ama mesele Kürt ve Kürdistan sorunu olunca devletin kırmızıçizgisine takılır” ifadelerini kullandı.
“Kürt halkının varlığı bir millet olarak kabul edilmeli”
Devletin ulusal güvenlik konsepti değişmediği sürece Kürt meselesi ve dilin fiili ve resmi sansürlere maruz kalacağını vurgulayan Çiftyürek, bu sorunun yüzyıldır Türkiye’de hem demokrasinin en önemli dinamiği hem de bariyeri olduğunu savundu.
Sinan Çiftyürek, şöyle konuştu:
Devlet, eğer hak ve özgürlükler gelişirse Kürt dili ilkokuldan üniversiteye kadar eğitim dili haline gelir ve Kürtler bundan yararlanır düşüncesinde. Dolayısıyla Kürt meselesi aynı zamanda temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasında da devlet tarafından bir bariyer olarak kullanıyor. Çağrımız; biran evvel anayasada Kürt halkının varlığı bir millet olarak kabul edilmeli. Bu olmadan ne TRT Kurdi ne başka bir şey çözüm değildir. Ayrıca dünkü televizyon programında bir annenin kızıyla Kürtçe konuşmasının sansürlenmesini de şiddetle kınıyorum.”
“Sansür ve yasakların esas müsebbibi devlettir”
Kürdistan Özgürlük Partisi (PAK) Genel Başkanı Mustafa Özçelik, Kürtçeye uygulanan sansür, yasak ve saldırıların esas müsebbibinin devlet olduğunu görüşünde.
Özçelik’e göre, Hakkari’den Edirne’ye 25 milyonu aşkın insanın konuştuğu bir dilin TBMM ve televizyon programlarında yasaklara maruz kalması, Türkiye’nin de imzalamış olduğu Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesi’nin yok sayılmasının bir ürünüdür.
Türkiye’de devlet bünyesinde TRT Kurdi, Kürtçe seçmeli ders ve üniversitelerde Kürt dili ve edebiyatı bölümlerinin olduğunu hatırlatan Özçelik, “Bütün bu uygulamalar hala hiçbir yasal dayanağa sahip değil. Bir yandan bu uygulamalar var ama öte yandan da hala Meclis’te Kürtçe konuşan milletvekillerinin mikrofonları kapatılıyor, Kürtçe konuşmalar tutanaklara ‘’bilinmeyen dil” olarak geçiriliyor, Kürtçe konuştukları için insanlar sokakta öldürülüyor, ATV televizyonunda Kürtçe konuşan bir annenin konuşması sansürleniyor” değerlendirmesinde bulundu.
“Devlet göz yumuyor”
Anayasa dahil tüm yasalarda dilin yok sayıldığını, Kürt ve Kürtçeye yönelik hiçbir saldırı, hakaret, sansür ve yasağın bugüne kadar bir cezai müeyyide tabi tutulmadığına dikkati çeken Özçelik, sözlerini şöyle tamamladı:
Devletin kendisi ya göz yumuştur ya da cesaretlendirmiştir. Bu tavrı, Kürtlere ve diline karşı yapılan yasakçı tutum ve saldırıları cesaretlendirmektedir. Bu nedenle de öncelikli olarak Kürtçe resmi dil olarak kabul edilerek ana dille eğitim hakkı tanınmalı ve bu iki hak anayasada güvenceye kavuşturulmalıdır. Eğitimin tüm safhalarında anti-Kürt anlayış ve söylemler ortadan kaldırılmalıdır. Toplum çok dilli, çok kültürlü bir anlayışı kabul edecek bir şekilde eğitilmelidir. Tüm basın-yayın kuruluşları Kürtçe ya da başka bir dile yasak uyguladıklarında çok ağır cezai uygulamalara maruz kalacaklarını bilmelidirler.”