Kürt meselesi nasıl yol alacak?
Baskı, siyasi alan daraltması, YSP/HDP oylarında düşüş, Kürt sorununun ülke siyasetinin kurucu unsuru olmaktan kısmen uzaklaşarak “iten ve itilen” bir noktaya ilerlemesi, bu meseleyi ve önemini ortadan kaldırmıyor.
O zaman sorular şunlar: Kürt meselesi nasıl yol alacak? Ülke siyasetini hangi oranda ve istikamette etkileyecek? Veya Kürt meselesiyle ilgili yeni bir hamle olacak mı?
Sorununun yanıtı elbet pek çok dengeye ve muhtemel gelişmeye bağlı. Ama esasen siyasi iktidarın izleyeceği güzergah ve stratejilerle çok yakından ilgili.
Ne olabilir bu güzergah?
Seçim sonrası siyasi iradeyle ilgili en kritik tespit AK Parti-devlet ilişkilerindeki seyir gibi görünüyor.
Devlet-AK Parti ilişkisi yeni bir ilişki değil. 2016 askeri darbe girişimi sonrası ortaya çıkan rejim bu ikilinin ittifakı üstüne kuruluydu. Çökme noktasına gelen devletin restorasyonu, modernist asker-sivil devlet aktörleri ve AK Parti muhafazakarları arasındaki iş birliğiyle gerçekleştirildi. Daha sonra bu “restorasyon ittifakı” hızlı bir şekilde siyasi bir program zeminine ilerdi. MHP devlet-siyaset, milliyetçilik-kültürel kimlik bağı konusundaki rolü, anayasa değişikliği, tek adam rejiminin inşası, Türkiye’nin Mavi Vatan tarzı politikalarıyla ifade ettiği bir tür bir yayılmacı devlet milliyetçiliği hep bu istikamette şekillendi.
Ancak seçimlerden sonra ortaya çıkan ve yeni olan bir durum var.
Bu, söz konusu “siyasi ittifak”ın bir “kurumsal ittifak” haline dönme sinyalleri vermesidir.
Bunun iki anlamı var.
İlk anlamı, bir önceki evrede, siyasi ittifaka ve hedef birliğine rağmen geleneksel devlet kurumları ile siyasi iktidarın geliştirmeye çalıştırdığı alternatif yeni yapılar arasındaki ciddi ayrışma ve çatışma halinin sona ermiş olmasıdır.
İkinci anlamı ise, devlet kurumları ve yeni ihdas edilen siyasi kurumlar arasında, devlet aktörleri ile siyasi aktörler arasında bir eklemlenme yaşanmasıdır.
Seçimlerden önceki dönemde şahsileşme ve sadakat etrafında kurumlardan arınma eğilimi dikkat çekerken, bu yeni evrede kritik makamlara AK Parti ürünü ehil kişilerin atamasıyla liyakati da devreye sokan yeniden kurumlaşma görüntüsü hakimdir. AK Parti’nin kendi içinde yetişmiş, stratej ve seçkinleri devletin geleneksel birikimi hemhal olmaya başlamıştır.
Ortada ideolojik bakımdan hafife alınmayacak, kurulum, kuruluşla ilgili yeni bir evre olduğu su götürmez.
Otoriter siyasal ve kurumsal mevcut yapıda bu evrenin, demokrasi ve demokratikleşmeye bir ilgisi olmadığı muhakkaktır.
Ama yeni girdilerin hem karar alma süreçleri hem karar alma yapıları bakımından bir rasyonelleşme eğilimine işaret ettiği de açıktır.
O zaman soru şöyle sorulabilir:
Bu rasyonelleşme eğilimi içinde Kürt meselesi kendisine yer bulabilir mi?
Bu konuda kimi işaretler olduğunu düşüyorum. Kürt siyasetini yakından ve içeriden takip eden kimi isimlerin tespit ve gözlemleri de bu işaretleri önemsemek gerektiğini söylüyor.
İlk işaret, siyasi iradenin, asayişçi tutumunun yanına, siyasi araçlarla ve siyasi yollara kendisi bakımından meşruiyet yükseltici, YSP açısında meşruiyet kırıcı bir tecrit hamlesi eklemesi ihtimaliyle ilgilidir.
Bu ihtimali, hem Türkiye’de hem Suriye’de ve Irak’ta, Ankara’nın Kürt hareketinin muhalifleriyle kuracağı Kürdi unsurlar da içeren siyasi ittifaklar üzerinden, bölgede PKK’nin, ülkede ilgili siyasi partinin politik çember, bir etrafına kazılmış hendek içine alınması olarak tanımlayabiliriz.
HÜDAPAR’ın Cumhur ittifakı içindeki varlığı, beden, kadın, ahlak politikalarıyla ilgili olmak kadar, AK Parti’nin Kürtlerle kavgalı olmadığı mesajını taşıyan bir stratejinin sonucudur.
Irak’ta KDP’yle ilişkilerin pozitif seyri, KDP-PKK arasındaki gerilim dikkate alındığında hem milliyetçilik hem Kürtlük üzerinden bu meselesinin sağ siyasetle barıştırılması, o istikamete çekilmesi bir stratejinin eseri gibi görünmektedir.
Suriye’de Derzor’de, Rojava’da, alan kavgasında Türkiye’nin Arap aşiretlerini destekleyen ve muhtemelen besleyen politikası, Esat’la temas arayışı bu çerçevede ele alınabilir.
Erdoğan’ın Suriye’de Arap aşiretlerle Kürt grupların çatışmasına yönelik “Arap aşiretleri yerli ve millidir” gibi bir ilginç tanımda bulunması, ardından Hakan Fidan’ın, “bu çatışmalar Araplarla Kürtler arasında böyle devam ederse sürer gider. Zaten biz bunu öngörüyoruz ve orası Arap aşiretlerinindir” sözleri, Ankara’nın Dışişleriyle, MİT’yle, MGK’sıyla nasıl bir strateji ve yol izlediğini gösteriyor.
Nehir devlet bakımından sanki bu istikamete akıyor.(Karar)