‘Kürdistan’ yasağı ve Kürtlere yönelik “ırkçı” saldırılar, ABD’nin Türkiye raporunda yer aldı
ABD Dışişleri Bakanlığı ülkelerdeki insan hakları uygulamalarını değerlendirdiği yıllık raporunu açıkladı. Raporun 93 sayfalık Türkiye bölümünde Konya’da Dedeoğlulları ailesinin 7 ferdinin katledilmesi, “Kürdistan” sözü nedeniyle gözaltına alınma ve Kürtçe anadilde eğitim konularına, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki protesto ve gözaltılar, yolsuzluk iddiaları, basın ve ifade özgürlüğü sorunlarına yer verildi. Raporda “hükümetin temel özgürlükleri kısıtlamaya devam ettiği ve hukukun üstünlüğünden ödün verdiği” tespiti yer aldı.
Dışişleri Bakanlığı’nın hazırladığı raporun özet bölümünde, Türkiye’de 2018’de yapılan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinde Avrupa Güvenlik ve İşbirliği (AGİT) gözlemcilerinin medyadaki haberler ve bir cumhurbaşkanlığı seçimi adayının cezaevinde olması dahil kampanya ortamında kısıtlamalara ilişkin kaygılarını ifade ettiği hatırlatıldı.
2018’de kabul edilen kapsamlı terörle mücadele yasası altında hükümetin temel özgürlükleri kısıtlamaya devam ettiği ve hukukun üstünlüğünden ödün verdiği kaydedildi.
Raporda Ocak ayı başında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğüne Melih Bulu’yu atamasının ardından polisin şiddet kullanarak protestoları dağıttığı; polisin evlere baskın yaparak 45 öğrenciyi gözaltına aldığı anımsatıldı.
Uluslararası Af Örgütü’nün öğrencilerin işkence ve kötü muameleye maruz kaldıklarını bildirdiği belirtildi. Öğrencilerin polisin kendilerini gözaltı sırasında ittiği ve darp ettiğini aktardıkları kaydedildi. Rapora göre, en az sekiz öğrenci kıyafetlerini çıkarmaya zorlanarak arandıklarını ve LGBTQI topluluğundan iki öğrencinin polisin kendilerini copla tecavüzle tehdit ettiğini ve cinsel yönelimleriyle ilgili olarak sözlü istismarda bulunduğunu aktardı.
Uluslararası Af Örgütü’nün en az 15 öğrencinin gözaltına alındıktan sonra hastanede tıbbi muayene sırasında kötü muamele rapor ettiğini belirttiği bilgisi de raporda yer aldı.
Sistemik etnik şiddet ve ayrımcılık
Raporun bu bölümünde, Anayasanın, tüm vatandaşlar için tek bir vatandaşlık tanımı sağladığı ve üç gayrimüslim azınlık (Ermeni Apostolik Hıristiyanlar, Yahudiler ve Rum Ortodoks Hıristiyanlar) dışında ulusal, ırksal veya etnik azınlıkları açıkça tanımadığı, Süryaniler, Caferiler, Ezidi Kürtler, Kürtler, Araplar, Romanlar, Çerkezler ve Lazlar dahil olmak üzere diğer ulusal, dini veya etnik azınlıkların dil, din ve kültürel haklarını tam olarak kullanmalarına izin verilmediği belirtildi.
Anayasanın dil, ırk veya renge dayalı ayrımcılığını yasakladığı ve kanun önünde eşitlik sağladığı ancak yetkililerin bu hükümleri tutarlı bir şekilde uygulamadığı ifade edildi.
15 milyondan fazla vatandaşın Kürt’ün bulunduğu bilgisine yer verilen raporda, Kürt sivil toplum örgütleri ve siyasi partilerin, toplanma ve örgütlenme özgürlüklerini kullanırken sorunlar yaşamaya devam ettiği kaydedildi.
Yine, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından 2016 ve 2017 yıllarında KHK ile kapatılan yüzlerce Kürt sivil toplum kuruluşu ve Kürtçe yayın yapan medya kuruluşunun kapalı kaldığı hatırlatıldı.
Raporda, Kanun, okulların kanuna tabi olması ve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından denetlenmesi şartıyla vatandaşlara günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları dil ve lehçelerde eğitim vermek üzere özel kurumlar açmalarına izin veriyor. Bazı üniversitelerde seçmeli Kürtçe dersler veriliyordu ve 5 üniversitede Kürtçe bölümler vardı. İsmail Beşikçi Vakfı’nın Kürt araştırmaları alanında çalışan 58 akademisyenle yaptığı bir ankette, yüzde 63’ünün derslerinde otosansür uyguladıklarını ve yüzde 70’inin akademik araştırma ve yayınlarında otosansür uyguladıklarını belirtti” denildi.
Yasaların, daha önce Türkçe olmayan köy ve mahalle adlarının eski haline getirilmesine izin verdiğine, siyasi partilere ve üyelerine herhangi bir dilde kampanya ve tanıtım materyalleri kullanma hakkı tanıdığına dikkat çekilen açıklamada bu hakkın da korunmadığı, devlet ve kamu hizmetlerinde Türkçe dışındaki dillerin kullanımının kısıtlamandığı belirtildi.
Ekim ayında polisin, Siirt’te bir Kürt esnafın, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’e “Burası Kürdistan’dır, Dilimiz, kimliğimiz inkar ediliyor” dediği için gözaltına aldığı, savcılığın esnaf hakkında, “terör örgütü propagandası” iddiasıyla soruşturma başlattığı hatırlatıldı.
Raporda Kürtlere yönelik “ırkçı” saldırılara da yer verildi. Temmuz ayında Konya’da Dedeoğulları ailesinin 7 üyesinin öldürüldüğü, aile ve akrabaların, Mayıs ayında “Boz Kurtlar” grubuna bağlı aşırı milliyetçi grup tarafından saldırıya uğradığı anımsatıldı.
Yine, Mayıs ayında, başkent Erbil’den Mersin’i ziyaret eden bir Kürt aileye ırkçı saldırı gerçekleştirildiği bilgisine yer verildi.
Çatışmalar ve sivil can kayıpları
Güvenlik güçleri ile PKK arasında yaşanan çatışmaların sivillerin ölümüne yol açtığı bilgisine yer verilen raporda, hükümetin, “terörle mücadele operasyonlarıyla” bağlantılı olarak sivillerin haksız veya kasıtsız ölümleri nedeniyle güvenlik personeline yönelik soruşturma veya kovuşturma çabalarına ilişkin bilgi yayınlamadığı kaydedildi.
Uluslararası Kriz Grubu’na göre, 1 Ocak-15 Kasım tarihleri arasında PKK ile yaşanan çatışmalarda toplam 25 sivil, 51 güvenlik gücü mensubu ve 268 PKK militanın öldüğü bigisine yer verilen raporda, insan hakları örgütlerinin hükümeti, “PKK ile mücadelesinde sivillerin hayatını korumak için yeterli önlemleri almamakla” eleştirdiği hatırlatıldı.
İşkence ve insanlık dışı muamele
Raporda, Anayasa ve yasaların, işkence ve kötü muameleyi yasakladığı ancak ancak yerel ve uluslararası hak gruplarının, bazı polis memurları, cezaevi yetkilileri ve askeri ve istihbarat birimlerinin bu uygulamaları gerçekleştirdiğini bildirdiği kaydedildi.
Raporda Ocak ayı başında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğüne Melih Bulu’yu atamasının ardından polisin şiddet kullanarak protestoları dağıttığı; polisin evlere baskın yaparak 45 öğrenciyi gözaltına aldığı anımsatıldı.
Uluslararası Af Örgütü’nün öğrencilerin işkence ve kötü muameleye maruz kaldıklarını bildirdiği belirtildi. Öğrencilerin polisin kendilerini gözaltı sırasında ittiği ve darp ettiğini aktardıkları kaydedildi. Rapora göre, en az sekiz öğrenci kıyafetlerini çıkarmaya zorlanarak arandıklarını ve LGBTQI topluluğundan iki öğrencinin polisin kendilerini copla tecavüzle tehdit ettiğini ve cinsel yönelimleriyle ilgili olarak sözlü istismarda bulunduğunu aktardı.
Uluslararası Af Örgütü’nün en az 15 öğrencinin gözaltına alındıktan sonra hastanede tıbbi muayene sırasında kötü muamele rapor ettiğini belirttiği bilgisi de raporda yer aldı.
“Polis aşırı güç kullandı”
Özellikle İstanbul’da yıl boyunca protestoların devam ettiği, İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne göre polisin Ocak ayından bu yana en az 38 şehirde 700’den fazla göstericiyi gözaltına aldığını tahmin ettiği belirtildi.
İnsan hakları örgütlerinin polisin gözaltılar sırasında sıklıkla aşırı güç kullanımına başvurduğunu bildirdiği kaydedildi. Örneğin İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Şubat ayında polisin gözaltına direnmeyen göstericileri tekmelediğini bildirdiği kaydedildi.
Raporda hükümetin işkenceye karşı sıfır tolerans politikasını takip ettiğini iddia ettiği ve işkence vakalarında kısıtlama tüzüğünü kaldırdığı hatırlatıldı.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün 2021 yılı raporunda “Son dört yıl içinde polis gözetiminde ve cezaevinde işkence, kötü muamele iddialarındaki artış Türkiye’nin bu alanda saha önce sağlamış olduğu ilerlemeyi geriletti” şeklindeki tespiti anımsatıldı.
Şubat ayında tutuklu bulunan Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Hakkari belediye başkanı Dilek Hatipoğlu’nun, çıplak arama için soyunmayı reddettiği için güvenlik görevlilerinin kendisini dövdüğünü iddia ettiği bilgisine yer verildi.
Raporda, insan hakları örgütlerinin askere alınan bazı gençlerin ciddi tacizlere, fiziksel tacize ve ölüm veya intiharla sonuçlanan işkenceye maruz kaldığı yönündeki açıklamaları hatırlatılarak, özellikle Alevi ve Kürt askerler arasında, orduda şüpheli ölümlerin bildirildiği hatırlatıldı.
Cezaevi ve gözaltı merkezi koşulları
Raporda Türkiye’deki cezaevlerinin fiziksel koşullar açısından standartları genel olarak karşıladığı ancak aşırı kalabalık olmasından kaynaklanan ciddi sorunların çok sayıda cezaevinde Avrupa Konseyi İşkencenin Önlenmesi Komisyonu’nun (CPT) 2017 ve 2019 yıllarındaki ziyaretlerde insanlık dışı olarak değerlendirilebileceğini söylediği koşullarla sonuçlandığı belirtildi.
Türkiye’deki gözaltı merkezlerinin genel olarak havalandırma ve onarım açısından iyi durumda olduğu ancak çok sayıda tesisin yapısal bazı eksikliklerinin bulunduğu ve eksikliklerin bu tesisleri birkaç günden fazla süren gözaltılar için uygun olmayan hale getirdiği belirtildi.
“Hapishane nüfusunda korkunç artış var”
Raporda, “Cezaevlerinin aşırı kalabalık olması önemli bir sorun olmaya devam etti. Adalet Bakanlığı’na göre, Mart ayı itibariyle ülkede 250.756 mahkum kapasiteli 374 cezaevinde, tahmini toplam 283.481 mahkumj bulunuyor” denildi.
İnsan hakları örgütleri ve Avrupa Konseyi İşkencenin Önlenmesi Komisyonu’nun mahkumların sıklıkla temiz içme suyu, düzgün ısınma ve havalandırma, ışık, gıda ve sağlık hizmetlerine yeterli erişim konusunda sorun yaşadığını söylediği belirtildi. İnsan hakları örgütlerinin cezaevlerinin kalabalık olması ve hijyen koşullarının yetersiz olmasının Covid-19 pandemisinden kaynaklanan riskleri daha da kötüleştirdiğini belirttiği kaydedildi.
Sivil toplum örgütlerinin, pozitif test sonucu iki hafta boyunca tecritte karantinaya yol açacağı için mahkumların sağlık sorunlarını bildirmeye korktuğunu rapor ettiği kaydedildi.
Mart ayında Medya ve Hukuk Araştırmaları Derneği’nin beş tesiste mahkumlarla yaptığı ankete katılanların yüzde 56’sının pandemi sırasında yeterli hijyen malzemelerine erişimi olmadığını söyledikleri belirtildi.
Keyfi tutuklama ya da gözaltı
Türkiye’de yasaların keyfi tutuklamayı yasakladığı ve kişinin kanunsuz şekilde gözaltına alınmasına mahkemede itiraz edebilme hakkı tanıdığı; ancak çok sayıda güvenilir haberde hükümetin her zaman bu koşulları uygulamadığının gösterildiği belirtildi.
İnsan hakları örgütlerinin, 2016’daki darbe girişiminin ardından yetkililerin terör bağlantılı suçlardan ötürü Gülen hareketi ya da PKK ile bağlantılı oldukları gerekçesiyle yüz binlerce kişiyi sorgulanabilir delil standartlarıyla veya hukuki süreci tam olarak işletmeden tutuklamaya ve gözaltına almaya devam ettiğini söylediği bilgisine yer verildi.
“Hem Türkiye içindeki hem de uluslararası insan hakları örgütleri bu davalardaki hukuki süreci eleştiriyor ve yargının tarafsız olmadığını ve sanıkların kimi zaman kendilerine yöneltilen suçlamalara temel oluşturan delile erişimlerinin olmadığını belirtiyor” denildi.
Hukukun üstünlüğünü savunanların Türkiye’de yargılama öncesi gözaltının özellikle siyasi temelli terör suçlamalarını içeren davalarda geniş şekilde kullanılmasının bir tür yargısız cezalandırma haline geldiğini not ettiği belirtildi.
Yargılama sisteminin hızlı bir yargılama sağlamadığı, duruşmaların arasında ayların olduğu, kimi zaman yargılamaların iddianamenin hazırlanmasından yıllar sonra başladığı ve itirazların sonuçlanmasının yıllar alabildiği kaydedildi.
Adalet Bakanlığı’nın Mayıs ayında açıkladığı verilere göre 38 bin 34 kişinin yargılama öncesi gözaltında tutulduğu ve bunun toplam cezaevi nüfusunun yüzde 13’ünü oluşturduğu belirtildi.
Adil yargılanma
“Yasa, bağımsız bir yargı sağlar, ancak yargı, özellikle yürütme organından gelen etkiye maruz kalmaya devam etti” denilen raporda, Haziran ayında araştırma şirketi KONDA’nın anketine katılanların yüzde 64’ünün adalet sistemine güvenmediğini söylediği ve Kürtler arasında bu oranın yüzde 85’e yükseldiğinin görüldüğü belirtildi.
Gözlemcilerin bazı yargılamaların sonucunun önceden belli olduğu konusunda endişelerini dile getirdikleri ve yargıda müdahaleye işaret ettikleri belirtildi.
“İnsan hakları örgütleri siyasi olarak hassas davalarda hakimlerin sıklıkla gazetecilerin ve gözlemcilerin mahkeme salonuna girmesini yasakladığını, sanıkların sözlerini kestiğini, konuşmalarına izin vermediğini ya da sanığın açıklamasını dinlemeden karar verdiğini aktardığını bildiriyor” denildi.
Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş davaları
İşadamı Osman Kavala’nın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) serbest bırakılması ve 2020 yılındaki beraat kararına rağmen cezaevinde kalmaya devam ettiği kaydedildi.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Aralık ayında Kavala davasında AİHM kararını uygulamadığı için Türkiye’ye karşı ihlal sürecini başlattığı hatırlatıldı.
Alt mahkemelerin zaman zaman Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararları görmezden geldiği ya da kararların uygulanmasını ciddi ölçüde geciktirdiği belirtildi. Hükümetin Avrupa Konseyi üyesi olarak zorunlu olmasına rağmen AİHM kararlarını nadiren uyguladığı ifade edildi.
Avrupa Uygulama Ağı adlı sivil toplum örgütüne göre, Türkiye’nin önceki 10 yıl içinde AİHM kararlarının yüzde 64’ünü uygulamadığı belirtildi. 2016 darbe girişiminin ardından tutuklanan ve suçlanan eski Anayasa Mahkemesi hakimi Alparslan Aslan’ın yargılama öncesindeki gözaltının hukuksuz olduğu yönündeki AİHM kararını uygulamaması bir örnek olarak yer aldı.
8 Aralık’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’nin Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş davalarında AİHM kararlarını tanımadığını söylediği ve kararların hükmü olmadığını savunduğu kaydedildi.
Siyasi Mahkumlar ve Tutuklular
Raporda, siyasi tutukluların sayısının yıl boyunca tartışma konusu olmaya devam ettiği ifade edildi.
Yıl sonu itibarıyla 7 eski HDP milletvekili ve altı HDP’li yöneticinin tutuklandığı bilgisine yer verilen raporda, Temmuz 2015’ten bu yana en az 5 bin HDP’linin “terör ve siyasi söylemle” ilgili çeşitli suçlamalarla hapse atıldığı belirtildi.
Eski HDP Eş Başkanı ve 2018 seçimlerinde cumhurbaşkanlığı adayı olan Selahattin Demirtaş’ın, AİHM kararların rağmen, Kobani davasıyla bağlantılı “terör suçlaması” sebebiyle cezaevinde kalmaya devam ettiği hatırlatıldı. Anayasa Mahkemesi’nin 2020 yılında Demirtaş’ın uzun süreli yargılama öncesi gözaltında tutulmasının hak ihlali olduğuna hükmettiği ancak Kobani davası hakkındaki soruşturma sebebiyle serbest bırakılmadığı belirtildi.
Mart ayında parlamentonun, terör örgütünün propagandasını yaptığı gerekçesiyle mahkemenin cezasını onamasının ardından HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nu ihraç ettiği hatırlatıldı.
Gergerlioğlu’nin 2016 yılında sosyal medya paylaşımları sebebiyle iki yıl altı ay hapis cezasına çarptırıldığı ve polisin Nisan ayında Gergerlioğlu’nu tutukladığı ve cezaevine gönderilmede önce kısa süreli olarak hastanede tedavi altına alındığı anımsatıldı.
Temmuz ayında Anayasa Mahkemesi’nin Gergerlioğlu’nun seçilme ve siyasi faaliyetlerde bulunma hakkının ihlal edildiğine hükmettiği, Gergerlioğlu’nun serbest bırakıldığı ve aynı ay içinde de parlamentoya yeniden girdiği belirtildi.
Çatışmalar
Güvenlik güçleri ile PKK ve bağlı kuruluşlar arasında meydana gelen çatışmalar nedeniyle bir çok bölgede değişen sürelerde sokağa çıkma yasağı ilan edildiği anımsatıldı.
Rojava’da Türk destekli Suriyeli silahlı muhalefet grupların, Kürtleri ve Ezidi Kürtleri hedef alarak, yargısız infazlar, sivillerin keyfi olarak gözaltında tutulması ve zorla kaybedilmesi, işkence, cinsel şiddet, evlerden zorla tahliye dahil insan hakları ihlalleri gerçekleştirdiği belirtildi.
TSK’nın Şubat ayında Kürdistan Bölgesi toprakları içerisindeki Gare’de düzenlediği operasyonda hayatını kaybeden 13 silahsız rehinenin PKK tarafından öldürüldüğü kaydedildi.
Yine rapoda, bir grup ailenin, 2019’dan beri Diyarbakır’da HDP ile binası önünde, “PKK’nin çocuklarını zorla silah altına aldığını veya kaçırdığını iddia ederek” eylemlerini sürdürdüğü anımsatıldı.
Sivil özgürlüklere saygı, ifade ve basın özgürlüğü
Hükümetin muhalefeti ve bağımsız gazeteleri temsil eden gazeteciler hakkında soruşturma açması ve gazetecilerin cezaevine konulmasının ifade özgürlüğünü engellediği belirtilirken; medya çalışanlarının otosansürün yaygın olduğunu bildirdiğine dikkat çekildi.
Hassas konularda ya da hükümeti eleştiren şekilde yazan ya da konuşan kişilerin soruşturma, ceza, suçlama, işini kaybetme ya da hapis cezası riskiyle karşı karşıya olduğu kaydedildi.
Ana akım medyanın büyük ölçüde hükümet yanlısı şirketler tarafından kontrol edildiğinin belirtildiği raporda, Press in Arrest adlı sivil toplum örgütüne göre savcıların 2018 yılından bu yana gazeteciler aleyhinde açılan davaların yüzde 10’unda ömür boyu hapis cezası talep ettiği belirtildi.
Yasaların, dil, ırk, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi düşünce, felsefi inanç, din veya mezhep farklılıklarıyla ilgili “nefret söylemi” veya incitici eylemlerden mahkumiyet için üç yıla kadar hapis cezası öngördüğü bilgisine yer verilen raporda, insan hakları gruplarının, “yasa azınlıkları korumaktan çok ifade özgürlüğünü kısıtlamak için kullanılıyor” dediği belirtildi.
Meclis tüzüğünün, “Kürdistan” kelimesinin veya diğer hassas terimlerin meclis katında kullanılmasını yasakladığı bilgisine yer verildi.
Raporda, hükümetin internet erişimini kısıtlamaya devam ettiği, hükümetin şeffaf olmayan yasal bir otoriteyi kullanarak özel online konuşmaları izlediği belirtildi.
Twitter’ın iç şeffaflık raporuna göre 2020 yılının son altı ayında şirketin içerik kaldırılması konusunda 3,749 mahkeme emri ve talebi aldığı kaydedildi.
Anti-semitizm
Raporda İstanbul Başhahamlığı’na göre Türkiye’de yaklaşık 16 bin Yahudi’nin yaşadığı ve cemaatin bazı üyelerinin anti-semitizm endişeleri sebebiyle göç etmeye ya da ikinci bir ülkenin vatandaşlığını almaya devam ettiği belirtildi.
Türkiye’de yıl içinde yazılı basında ve sosyal medyada Yahudi düşmanı söylemin sürdüğü ve Mayıs ayında Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki çatışmaların patlak vermesinin ardından arttığı kaydedildi.
Raporun bu bölümünde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Gazze’de İsrail’in hava saldırıları konusunda konuşurken anti-semitik bir söylem kullandığı savunuldu; “İsrailliler beş altı yaşındaki çocukları öldürecek kadar katil. Bunlar kan emmekle ancak doyar” sözlerine yer verildi. Türk yetkililerin bu açıklamanın anti-semitik olduğunu reddettiği de ifade edildi.
Hükümetin anti-semitizmle ve Yahudi Soykırımı’nın çarpıtılmasıyla mücadele kapsamında Ocak ayında Uluslararası Holokost Anma Günü’nü anmaya devam ettiği ve Dışişleri Bakanlığı’nın yazılı bir açıklama yaptığı hatırlatıldı. Cumhurbaşkanlığı İletişim Direktörlüğü’nün Holokost kurbanları ve diğer soykırımların kurbanlarının anısına ayrılan bir internet sitesi açtığı ve bu sitede Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, baş hahamın ve Türkiye Yahudi Cemaati başkanının mesajlarına yer verildiği belirtildi.
Şubat ayında hükümetin 1942 yılında İstanbul açıklarında batan Struma gemisinde ölen 800 Yahudi mülteciyi andığı, törene İstanbul Valisi, Başhaham Haleva ve Yahudi cemaatinin diğer üyelerinin ve diplomatların katıldığı anımsatıldı.(VOA)