Makaleler

Kaynayan kazan Irak: ‘Değişim bir gecede olmaz’

Irak, yanı başımızdaki komşumuz. Bir türlü huzur bulmayan, krizin kanın durmadığı ülke… Dünyanın en zengin, en refah, en saygın ülkelerinden biri olması gerekirken milyonlarca insanın açlık sınırının altında yaşadığı, binlercesinin hayatını ortaya koyarak yollara düştüğü bir coğrafya…

Her şeye rağmen 2019 yılında kitlesel gösteriler başladığında Irak için ufukta küçük de olsa bir ışık belirmişti. Ancak değişimin o kadar da kolay olmadığını o gösterilerden birinde taşınan bir döviz ortaya koyuyor: Irak için en iyi çözüm; Kendisi Şii, babası Sünni, annesi Hristiyan, Kürtle evli, İran’da doğmuş, Suudi Arabistan’da okumuş, ABD vatandaşı, gece içki içen, gündüz namaz kılan bir başbakan atanması…

Ekonomik ve siyasi krizle çalkalanan Irak’ı Ruba Ali Hassan ile konuştuk. Irak’ın tarihi ile aile tarihi iç içe geçmiş olan Hassan İngiltere Lancaster Üniversitesi’nde doktora sonrası çalışmalarına devam ediyor. Çalışma alanı Irak ve özellikle de toplumsal hareketler…

Duvar’dan Hediye Levent’in yazısının tamamını aktaralım:

Irak’ta mı yaşıyorsunuz?

Ailem Irak’ı (1980 yılında başlayıp 8 yıl süren) Irak-İran savaşı döneminde terk etti. Birleşik Arap Emirlikleri’nde doğdum ve büyüdüm. Daha sonra 1990’ların sonunda Kanada’ya göç ettik. Iraklıların oradan oraya göç edişinin hikayesi çok gerilere, İran-Irak savaşına kadar uzanıyor.

Irak’ta yaşamadım ancak sık sık gidiyorum ve aynı zamanda Irak benim araştırma konum. Irak’ın farklı şehirlerinde arkadaşlarım, akrabalarım var.

Irak’taki siyasi ve güvenlik krizleri sizin ve ailenizin hikayesinin de büyük bir parçası bu durumda.

Evet. Irak’ta veya başka yerde doğmuş olsa da bunlardan etkilenmemiş olan tek bir Iraklı olduğunu düşünmüyorum. İran-Irak savaşı, Körfez savaşı… Bütün bunlar, güvenlik krizleri ne yazık ki Iraklıları ülkeyi terk etmeye zorladı. Elbette Irak’tan ayrılabilecek şartları sağlayamayan çok sayıda Iraklı da var.

2017 yılına geri dönersek yüz binlerce insanın sokağa inmesine yol açan sebepler nelerdi?

2003 yılında (ABD) işgali ile birlikte Iraklılara karşı psikolojik savaş da yürütüldü. Devlet kurumlarından uzaklaştırma, Iraklılar arasında mezhepçilik üzerinden bölünme, ABD işgalinden sonra iyice yerleşen yolsuz sistem… Hükümet halkı temsil ettiğini iddia ediyor ancak bunu yapmıyor. Sistem yolsuzluğa, yolsuzluğun sürekliliğine dayanıyor.

Bildiğiniz gibi yolsuzluk sömürüden beslenir. Yolsuzluk, sömürü ve bölünme… Halk arasında bölünmenin sağlanmasını amaçlayan birçok araçla çok sayıda girişim… İnsanlar bunlardan bıktılar.

Irak nüfusunun yüzde 40’ından fazlası genç ve aynı zamanda nüfusun yüzde 40’ından fazlası yoksulluk sınırının altında. Bu durumun gelecekte birçok meselede istikrarsızlığın devamına sebep olacağını tahmin edebilirsiniz.

Mevcut yolsuzluğa dayalı sistem, silahlı grupların varlığı gibi sebeplerle uzun yıllardır hâkim olan ümitsizlik 2019 yılında kaynama noktasına ulaştı.

Yüksek öğrenimini bitirmiş insanların işsizlik sebebiyle yaptığı gösterilere saldırılması gibi (kitlesel gösterilerin başlamasını) tetikleyen gelişmeler oldu.

Bütün bunlar Ekim Devrimi’ni getirdi. İnsanlar sokağa çıktı. Üniversite öğrencileri bu gösterilerin bel kemiğiydi. Kadınlar bu harekete sadece katılarak değil aktif bir şekilde öncülük ederek yer aldı. Göstericilerin mutlu olduğu bir ortamdı; kendilerini büyük bir şeyin bir parçası olarak, birbirlerini sahiplenirken buldukları bir şeyin parçası olarak hissettiler. İlk birkaç hafta böyle devam etti. Ancak daha sonra internet kesintileri, sadece birkaç hafta içinde 600’den fazla insanın öldürüldüğü şiddet başladı. Bu nedenle her şey öfkeye, üzüntüye, hüsrana dönüştü. Ancak buna rağmen insanlar sonraki aylar boyunca sokağa çıkmaya devam etti.

Devlete bağlı olan ve olmayan gruplar tarafından göstericilere karşı yürütülen şiddete rağmen insanlar 1 yıldan fazla sokağa çıktı.

Ancak Covid salgını ile birlikte insanlar evlerine kapandı. Yine de internet üzerinden örgütlenmeye devam ettiler. Yani insanlar örgütlenmekten vazgeçmedi, hala gösteriler yapılıyor ancak öncekine göre çok daha küçük çaplarda.

Sokak gösterilerinin devam ettiği dönemlerde resmen göstericilere karşı insan avının başlatıldığı ve öne çıkan aktivistlerin suikastlarla öldürüldüğü korkunç bir süreç de vardı.

Evet. Aktivistlere yönelik suikastlar, göz yaşartıcı gazın doğrudan insanların kafaları hedef alınarak atılması, göstericilere karşı şiddetin artması… İnsanlar buna rağmen gösteri yapmaya devam ettiler.

O dönemde Irak basınında yer alan açıklamaları hatırlıyorum. Göstericilerin dinlere, mezheplere hakaret ettikleri, İran ya da Amerika kuklası oldukları gibi söylemlerle şeytanlaştırıldığı birçok resmi açıklama vardı.

Evet, nerede olursa olsun göstericiler öne çıkmaya başladığında siyasetçilerin ve siyasi hareketlerin onları şeytanlaştırmaya girişmesi oldukça yaygın. Irak’ta da bu durum değişmedi. Alışılmış söylemlerden biri “onlar gösterici değil bazı ülkelerin ajanları, Joker filmindeki Joker gibi anarşi ile ülkeyi kaosa sürüklemek istiyorlar (Bu açıklamanın ardından göstericiler Joker karakterinin maskesini kullanmaya başladı)…” Aslında bunların hiçbiri doğru değil, amaçları sadece gösterilerin meşruiyetini ortadan kaldırmak.

Ancak bu şeytanlaştırma girişimleri göstericiler açısından birçok tehlike doğuruyor. Suikastla öldürülenler oldu, çok sayıda aktivist ölüm tehditleri aldı. (Şeytanlaştırma) bir şaka değil ve çok ciddi bir durum.

Irak’ta birçok siyasetçi ve siyasi hareket gücünü mezhepçi sistemden ve bölünmeden alıyor. Bu sisteme karşı hareket edenler onların güçlerini aldıkları zemini sarsıyor.

Göstericiler mezhepçiliğe dayanan sistemi istemedikleri konusunda oldukça netlerdi. Toplumun bölünmesine sebep olacak herhangi bir mezhepçi söyleme, üsluba ve mezhepçi yönetimlere itiraz ediyorlardı. “Mezhepçi sistem istemiyoruz” dediklerinde aslında Sünni ya da Şii, bu sistemi korumak hedefiyle hareket eden silahlı grupların meşruiyetine karşı bir tehdit oluyorlar.

Şimdi yönetici seçkinler arasında ‘mezhepçi sistem karşıtı oldukları’ söylemleri yaygın ancak (pratikte) böyle değil.

Mesela son seçimlerin mezhepçi olmayan bir platformda gerçekleştirilmesi gerekiyordu ancak hala mezhepçiliğin siyasi süreçleri domine ettiğini görüyoruz.

Son seçimlere katılım oranı yüzde 40. İnsanlar seçimle değişim olabileceğine inanmıyor gibi görünüyor.

Evet, Ekim ayında yapılan seçime katılım yüzde 40’ın altında. Aktivistler ve protestocular arasında bölünmeye sebep olan birçok tartışma ortaya çıktı. Bazıları oy vermenin gerekli olduğunu savunup, “bizim hedeflerimizi savunan yeni partiler var. Onları desteklemeliyiz” dedi.

Oy kullanmayanlar ise, “ben bu seçimlere itiraz ediyorum çünkü gösterilerle itiraz ettiğimiz siyasi yüzlerin temsilini sağlamak dışında bir fonksiyonu yok. Eğer oy verirsek veya seçime katılırsak bu yolsuz sistemin bir parçası oluruz ve ilkesel duruşumuzu kaybederiz” dedi.

Bugün hala Irak’ta bir hükümet kurulamadı ve gelecek hükümet seçilmiş hükümet olmayacak. Sadr grubu parlamentodan çekildi ve hükümeti kurmak üzere geriye aslında (seçimde) kaybetmiş olan partiler kaldı.

Sadr Grubu’nun parlamentodan istifasını nasıl yorumlamak lazım? Sünnilerle, laiklerle ve komünistlerle birlikte seçime girmişti.

Mukteda Es Sadr, ilginç bir karakter. Kararları arasında sürekli gel-gitleri olan biri. Geçen yaz, seçimlerden önce siyasetten çekildiğini ve seçime katılmayacağını duyurdu. Birkaç hafta sonra vazgeçtiğini ve seçime katılacağını açıkladı. Aslında seçime katılmayacağını açıkladığı dönemde kendi partisi örgütlenmeye devam etti ve insanları oy vermeye teşvik eden bir uygulama geliştirdi.

Bazen bu yöntemin yani öngörülemez olmanın onun açısından itici bir güç olduğunu düşünüyorum. Düşmanları Sadr’ın bir sonraki hamlesini öngöremiyor ve bu da Sadr için bir avantaj. Öngörülemez olmak aslında düşmanın elindeki silahı almak ve ne yapacağını hesaplayamayacak bir durumda bırakmak…

Sadr yıllardır reformist bir lider olduğunu söylüyor ancak elindeki bakanlıklarda mesela her zaman Sadr grubunda olan Sağlık Bakanlığı’nda bu söyleme dair bir şey görmüyoruz.

Iraklıların bir sağlık sistemine çok ihtiyacı var. Aslında Irak’ın uzun yıllar önce çok iyi bir sağlık sistemi vardı ancak 2003’ten itibaren ambargolar, savaşlar kurumsal yapıyı yıktı. Yeniden sistemin kurulması gerekiyordu ancak daha da bozuldu. Sadr, reformist olduğunu söylüyor ancak (sağlık sisteminde) uygulamada bunu göremiyoruz. Sadr’ın destekçileri ona körü körüne, bir çeşit kültvari bir yaklaşımla inanıyor.

Parlamentodan çekilme kararı elbette çok ciddi bir karar ancak bir noktada bu karardan döneceğini düşünüyorum.

Dışarıdan bakıldığında yüzbinlerce genç hayati riskleri göz alarak değişim istiyor ancak bir avuç erkeğin domine ettiği sistemden kurtulamıyor. Bunu nasıl yorumlamak gerekiyor?

Bu, bir avuç erkekten kurtulma meselesi değil, sistemle ilgili ve bir sistemden kurtulmak bir gösteriyle mümkün olmaz.

Irak’ta protestoların devam ettiği dönemde protestocular dönemin başbakanı Adil Abdulmehdi’yi istemiyordu çünkü protestocuların öldürülmesinin arkasındaki kişiydi. Onun (2019 yılında) istifa etmesi protestocular açısından sevindiriciydi ve bir kazanımdı.

Ancak Irak siyasetinde yüzlerin değişmesi sistemi değiştirmez çünkü vardiya gibi görev değişimlerini sağlayan bir kültür var. Göstericiler açısından asıl mesele politikada bir yüzün değişmesini sağlamak değil gösterilerde kadınlarla erkekleri yan yana getirmek, üst ve alt sınıflardan insanların bir araya gelmesini sağlamak, ulusal kimlik ve mezhepçilikle ilgili kimliklerin yeniden gözden geçirilmesini tetiklemek, bütün bunlara dair aydın ve aydın olmayan kesimler arasında tartışmaları başlatmak…

Değişim bir gecede olmaz. Evet, ne yazık ki siyasi sistem hala yerinde ve yakın zamanda değişecek gibi görünmüyor ancak aktivizmin örgütlenmesini sağlayan itici motivasyon hâlâ var.

Birçok Iraklı, siyasi sistem, silahlı grupların varlığı, cezasızlık kültürü, fakirlik, iklim değişikliğinin etkileri, siyasetçilerin sorumluluk üstlenmemesi gibi birçok sebeple çok ümitsiz.

Irak’a dair pembe tablo çizmeyeceğim. İntiharlar, uyuşturucu bağımlılığı yükselişte. Bu gelecekte kendilerini neyin beklediğini bilmeyen, ümitsiz insanların olduğu toplumlarda normal.

Birçok risk alarak, denize atlayarak Türkiye’ye ve farklı ülkelere yeni bir hayat için göç etmeye çalışan çok sayıda insan var. Özellikle de ölüm tehditleri alan aktivistler ülkeyi terk etmek zorunda. Bu çok üzücü çünkü uğruna savaştıkları ülkelerini kendi güvenlikleri için terk etmek zorundalar.

Irak’ta durum birçok açıdan ümitsiz olsa da ümidi korumak gerekiyor. Çünkü ümit aktivizmin devamını, bilinçlenmeyi, insanların değişim talebini sağlayan temel esas.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu