Ortadoğu

İsrail-İran çatışması: Orta Doğu’da güç dengeleri nasıl değişiyor?

İsrail’in böyle bir saldırıyı gerçekleştirme gerekçesi ne olursa olsun, ilk gün teyit edilen haberler İran İslam Cumhuriyeti’nin çok yönlü bir krizle karşı karşıya olduğunu gösteriyor.

İsrail’in İran’a yönelik saldırısı ve üst düzey Devrim Muhafızları komutanlarına, askeri ve güvenlik görevlilerine karşı gerçekleştirilen nokta atışı suikastler İran İslam Cumhuriyeti’nin destekçileri için bile beklenmedik ve şok edici oldu.

İran modern tarihinde askeri jetlerle düzenlenen en büyük hava saldırısıyla karşı karşıya.

Irak’la sekiz yıl süren savaş sırasında bile İran sadece birkaç saat içinde bu düzeyde eş zamanlı hava saldırılarına ve üst düzey askeri yetkililere yönelik suikastlara maruz kalmamıştı.

İsrail’in saldırısının gerekçesi ne olursa olsun, ilk gün teyit edilen haberler İslam Cumhuriyeti’nin çok yönlü bir krizle karşı karşıya olduğunu gösteriyor.

Onlarca üst düzey Devrim Muhafızları komutanının öldürülmesi ve İsrail savaş uçaklarının hiçbir hava savunması olmadan İran hava sahasına başarılı bir şekilde girebilmesi, kendini bile savunmaktan aciz bir duruma düşen hükümetin güvenilirliğine, gücüne ve hatta meşruiyetine ağır bir darbe indirdi.

Bu saldırılar, İran’ın güvenlik ve savunma aygıtlarındaki pek çok zaafiyeti daha önce görülmemiş bir ölçekte göz önüne sererken, Tahran’ın 40 yılı aşkın bir süredir asimetrik savaş taktikleriyle şekillenen güvenlik stratejisinin caydırıcı olma özelliğini kaybettiğinin de bir göstergesi oldu.

Orta Doğu’daki güç dengesini de önemli ölçüde İsrail’in lehine değiştiren 13 Haziran saldırısının İran-İsrail çatışmasının ötesinde etkileri olacak. Bölgesel koalisyonları etkileyebileceği kadar küresel ölçekteki ittifakları da şekillendirebilecek.

Üstelik tüm bu olaylar, İran’da iç huzursuzluğun devam ettiği, halkın rejime olan güveninin saldırıların çok öncesinden ciddi bir şekilde aşınmış olduğu bir dönemde gelişiyor.

Kamuoyundaki genel atmosfer o kadar gergin ki bazı İranlılar sosyal medyadaki paylaşımlarında İsrail’in saldırılarından memnuniyet duyduklarını ifade ediyor, “şehit edilen generalleri” baskıcı askeri figürler olarak adlandırıyorlar.

Caydırıcılık sorunu

Bu, İsrail’in İran’a ilk doğrudan saldırısı değil.

Ancak İsrail ilk kez İran’a bu çapta bir saldırıda bulunuyor. Bu da İran’ın diğer ülkelerin geniş çaplı saldırılarını önlemeye yönelik caydırıcılık düzeyinin en düşük seviyeye gerilediğine işaret ediyor.

Güç siyaseti ya da reelpolitik denklemlerine göre İran’ın bu yıkıcı darbeyi telafi etmek için İsrail’in saldırılarına orantılı bir büyüklükte misilleme yapması gerekiyor.

İsrail Suriye’deki İran Büyükelçiliğine saldırdığında ya da Devrim Muhafızları’nın füze saldırılarına karşılık olarak doğrudan İran topraklarını hedef aldığında da benzer denklemler oluşmuştu.

Devrim Muhafızları’nın propagandası, İran’ın karşı operasyonlarla caydırıcılık gücünü yeniden tesis ettiğini söylüyordu.

Ancak 13 Haziran saldırısı bu iddianın doğru olmadığını, aksine, bu misillemelerin -özellikle de etkilerinin sınırlı kalmasının- İran’ın caydırıcılık seviyesini düşürmüş olabileceğini gösteriyor.

13 Haziran saldırılarına karar veren İsrailli yetkililerin İran’dan gelecek herhangi bir karşılığa hazırlıklı olduklarına ve İran’ın orantılı bir misilleme yapamayacağına açıkça indandıkları görülüyor.

Bu saldırılarıyla birlikte kendilerini özel bir konumda bulan İsrailli yetkililer ülkenin pozisyonunu da bölgede baskın askeri güç olarak pekiştirmeye çalışıyor.

İsrail’in askeri gücü ve gelişmiş silah ve savunma teknolojilerine erişimi de yeni bir durum değil.

Yeni durumda kritik olan nokta şu: İslam Cumhuriyeti’nin savunma doktrini uzun bir süredir Devrim Muhafızlarının İsrail’e karşı caydırıcı olabilecek ve İsrail’in olası saldırılarını engelleyebilecek etkili bir strateji geliştirdiği iddiasına dayanıyordu.

İslam Cumhuriyeti’nin on yıllarca süren siyasi ve ekonomik izolasyonu, sekiz yıl süren Irak savaşının da ardından görünüşte etkili bir savunma doktrini ortaya çıkarmıştı: herhangi bir doğrudan askeri çatışmadan kaçınmak için daha sofistike ve modern askeri güç sahibi olmak.

“Stratejik derinlik” veya “direniş ekseni” gibi kavramlar özünde siyasi bir stratejinin propaganda unsurlarıydı. Bu strateji, dış politika üzerinde etki ederek sıcak savaştan kaçınmak, aynı zamanda Devrim Muhafızları’nın paralel bir askeri güç olarak rolünü meşrulaştırmak için kullanılıyordu.

Bu stratejinin yardımıyla İran bölgedeki güç imajını pekiştirdi; coğrafi büyüklüğünü, petrol gelirlerini ve insan sermayesini kullanarak Orta Doğu’da kendine bağlı milis kuvvetleri ve siyasi güçlerden oluşan merkezi olmayan bir ağ kurdu.

13 Haziran saldırılarının ilk etkilerinden biri, bu stratejideki önemli zayıflıkların ve sınırlamaların ortaya çıkması oldu.

Yaşananlar, İran’ın güvenlik ve savunma kurumlarının modern ve yüksek teknolojili bir ordu karşısında ne kadar hazırlıksız ve aciz olduğunu gösteriyor.

Güvenlik krizi

Geçtiğimiz 200 yıl içinde birçok küçük düşürücü askeri yenilgi, iki büyük işgal ve hatta yabancı güçlerin dayatması ile yapılmış bir rejim değişikliği yaşamış bir ülke için, bu deneyimlerin tekrarlanacağına dair endişelerin mevcut rejimin de ötesine geçen derin tarihsel kökleri var.

1979’da kurulan İran İslam Cumhuriyeti’nin kendi anlatısına göre en önemli “zaferlerinden” biri, yabancı güçlerin dayatmaları ve yenilgi döneminin sona ermiş olmasıydı.

Özellikle Irak askeri işgalinin nihai yenilgisi, Saddam Hüseyin’in ordusunun (19. yüzyılda Kuzey İran’da yaşananlara benzer şekilde) ülke topraklarını bir bölümünü ayırma veya Tahran’ı işgal ederek (1941’de olduğu gibi) rejimi değiştirme çabalarında başarısız olması, ruhani hükümetin gücüne ve İslam devrimi ideolojisine atfedilen bir dönüm noktası olarak nitelendirildi.

Ancak şimdi bu tarihsel anlatı ve İran’ın askeri gücü ve ulusal egemenliği düzeyinde meydana geldiği iddia edilen bu dönüşüm ciddi bir biçimde sorgulanıyor.

Peki Devrim Muhafızları’nın gücü, füze ve insansız hava aracı programları, yerli askeri ar-ge projeleri ve “caydırıcılık gücü” hakkındaki söylenenler boş bir propagandadan mı ibaretti?

Nasıl oldu da “200’ün üzerinde” İsrail savaş uçağı bir gecede İran hava sahasına girebildi ve “300 bomba” ve “çeşitli mühimmat” ile İran’da 100’den fazla noktayı hedef alabildi?

İran İslam Cumhuriyeti’ne indirilen güvenlik darbesi klasik bir askeri operasyonla da sınırlı kalmadı.

İranlı üst düzey komutanlara yönelik suikastlar, İran’ın güvenlik ve askeri kurumlarının Mossad istihbaratının sızmasına karşı ne derece savunmasız olduğunu da açıkça gösterdi.

Bu da yeni bir olay değil. İsrail istihbaratı, ülkenin güvenlik yapısının çok üst kademelerindeki hassas bilgilere erişimi olduğunu daha önce birçok kez gösterdi.

Hamas’ın siyasi lideri İsmail Haniye’nin İran hükümetinin davetlisi olarak geldiği Tahran’da bir suikas sonucu öldürülmesi bunun en son örneklerinden biri.

Ancak bu bile İran’ın hayati bilgilerini korumak için etkili karşı-istihbarat önlemleri almasına yol açmamış gibi görünüyor. Ya da bazı önlemler alındıysa da, bu önlemlerin İsrail’in ülkeye girişini veya hassas bilgilerin sızmasını engellemeye yetmediği ortada.

Durumun vehameti öyle bir boyutta ki Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi İsrail’in saldırısının “savaş nedeni” olduğunu belirtti. Üstelik bu açıklamayı, ABD ile nükleer program ile ilgili diplomatik müzakereleri yürüttüğü günlerde yaptı.

Uluslararası hukuka ve Birleşmiş Milletler Antlaşması’na göre İsrail’in İran’a karşı resmi bir “savaş ilanı” söz konusu değil. Ancak siyasi olarak yaşananlar ilan edilmemiş bir savaştan başka bir şey değil.

Birleşmiş Milletler Antlaşması Madde 2/4 üye ülkelerin herhangi bir başka devlete karşı kuvvet kullanmasını yasaklıyor. Bu yüzden ülkeler geleneksel anlamda resmi olarak savaş ilan etmekten kaçınıyor.

Bunun yerine İsrail, BM Antlaşmasında da yer alan meşru müdafaa hakkı uyarınca saldırıyı “önleyici” olarak başlattığını söylüyor. Ancak “düşmandan önce saldırmak” olarak da açıklanabilecek “önleyici” hareketler BM çerçevesinde yasal değil.

Aksine Antlaşmanın 51. Maddesine göre meşru müdafa hükümleri ancak bir devlet başka bir devletin saldırısına hedef olduğunda geçerli.

İsrail son zamanlarda İran tarafından doğrudan hedef alınmadı.

Son aylarda yaşanan siyasi gelişmelere bakıldığında bile İsrail’in yakın bir İran saldırısı tehdidiyle karşı karşıya olmadığı görülüyor.

Bu faktörler İran’ın mevcut güvenlik krizini çok yönlü ve karmaşık bir kriz haline getiriyor. Ve bu kriz, uzun süreye yayılmış asimetrik misillemelerle çok uzun süre devam edebilir.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu