Politika

Erdoğan’ın danışmanı Aktay, Esad’a kızdı: Alttan almaya gerek yok

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başdanışmanı Yeni şafak yazarı Prof. Dr. Yasin Aktay, Türkiye ile yakınlaşmak için TSK’nın ülkesinden geri çekilmesini şartını ileri süren Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a karşı ‘alttan alınmaması’ gerektiğini, gerekirse Halep ve Humus’un da Türkiye’nin kontrolü altına alınması gerektiğini savundu.  

Yasin Aktay’ın yazısı şöyle:

Türkiye’nin son zamanlarda özellikle yıllardır sorunlu olduğu ülkelerle giriştiği yeni açılım, normalleşme veya yakınlaşma politikaları, özellikle bölgesel barış, istikrar, güvenlik ve gelişimi için duyduğu endişelerin, iyiniyetli yaklaşımının bir yansıması. Bölgede uzun süre çözülemeyen sorunların birer düğüme dönüşmesi karşısında İskender kılıcı bile her zaman bir çözüm oluşturamıyor. Düğümler kılıçların ulaşamadığı ve kesemediği şekillere bürünmüş vaziyetteyse başka politikalar denenmeli.

Adaletin temini, elbette bir ideal, ancak bunun temin edilmesinin gerektirdiği yaptırım imkânı oluşamıyorsa, bu yaptırımın gerektirdiği güç toparlanamıyorsa bu düğümü çözmenin başka bir yoluna bakmak lazım. Bunun yolu da siyasetin sahaya çağrılmasıdır elbet. Böyle bir noktada siyasete müracaat etmek, konuyu siyasal-diplomatik bir zemine çekebilmek ayrı bir cesaret ister.

Son zamanlarda birçok ülkeyle bu noktada bir açılıma giderken de bir cesaret gösteriyor Erdoğan. Arada yaşanmış husumetler, alınmış açık tavırlar, söylenmiş onca sert sözlerin döşemiş olduğu yolu varsayarak yeni bir süreci başlatabilmek o kadar kolay değil. Ama işte, bu engelleri var sayıp adım atılmadığında da bölge her türlü yabancı müdahaleye daha fazla açık hale gelebiliyor ve bunun zararını sadece Türkiye değil bütün bölge halkları çekiyor.

Türkiye’nin Köfrez ülkeleriyle başlattığı açılımlar yerini buldu, buluyor. Bölgede bütün bu ülkelerin işbirliğiyle çok daha iyi bir dünya kurulabilir. İslam dünyası topyekûn bu yakınlaşma ve işbirliğinden olumlu etkilenebilir, birçok sorun bu ilişkiler sayesinde çözüm yoluna girebilir.

Ancak konu Suriye olunca bu diplomatik zeminin oluşmuş olduğunu söylemek o kadar kolay değil. Her ne kadar Erdoğan bir yurtdışı seyahatine çıkarken bir soru üzerine “Esad ile görüşmeme engel bir durum yok” diyerek hiç beklenmeyen bir açıklık sergilediyse de durum bu iyimserliği besleyebilecek düzeyde değil. Ne Esad böyle bir eli uzatmayı hak ediyor ne de Suriye’deki durumlar.

Esasen Esad’ın ülkesinde yaşanan bunca sorunun sorumlusu olarak hiçbir muhakemeden geçmeden Arap Birliği’ne tekrar kabul edilmesi Arap Birliği’nin kendi işlevini ve varlık sebebini sorgulaması gereken bir durum oluşturuyor. Bugün Esad’ın kendi ülkesinde kendi vatandaşına karşı irtikap ettiği insanlık suçları dolayısıyla en az 12 milyon Suriyeli Arap başta Türkiye olmak üzere dünyanın her tarafında sersefil bir duruma düşürülmüş vaziyette. Kendi ülkesinde onların canlarına, mallarına, ırzlarına kastettiği yetmiyor gibi ülkeden kaçmak zorunda kalmış olan insanların bugün maruz kaldıkları acınacak durum herkesten önce Arap Birliği’ni, Arap olarak ilgilendiriyor olmalı. Esad yüzünden Araplar dünyada ne hale düşürülüyor? Bundan Arap Birliği ülkelerinin utanç duymaları gerekmiyor mu? Arapların orada burada sığınmacı durumda bulunmaları, halen doğru dürüşt en temel yaşama şartlarından mahrum kalmaları onları bir nebze Arap onuru açısından düşündürüp uyarmıyor mu?

Arap liderlerinin başını yere eğdirmiş olması gereken bu durumun müsebbibi Esad geçtiğimiz günlerde Arap liderleri tarafından ağırlandı ve bu ağırlanmanın şımarıklığıyla Erdoğan’a verdi veriştirdi. Erdoğan’ın görüşebilme ihtimaline karşılık şartlar bile ileri sürebildi. Türk askerinin işgalci olarak bulunduğunu söylediği Suriye topraklarından çekilmeden, Erdoğan ile görüşülecek bir şey olmadığını söyledi. “Bizim hedefimiz Türkiye’nin Suriye topraklarından çekilmesi, Erdoğan’ın amacı ise Türkiye’nin Suriye’deki varlığını meşru kılmaya çalışması. Dolayısıyla Erdoğan’ın şartları altında bir görüşme gerçekleşemez” diyen Esad bir yandan da “Erdoğan’la neden buluşayım ki? Meyve suyu içmek için mi?” ifadelerini kullandı.

Aslında bu sözler bazı insanlara asla hak ettiklerinin dışında muamele edilmemesi gerektiğine dair bir uyarı gibi. Kendi katliamlarından kaçan insanlardan en az 5 milyon insan (1, 5 milyonu Avrupa ülkelerine veya Suriye’deki güvenli yerlere geri gitti) Türkiye topraklarına girdi ve 13 yıldır Türkiye topraklarında misafir edilirken Esad’ın aklı nerede? Haa, ‘Bu bir işgal değil, Türkiye onlara kapıyı açmasaydı ben onlara yapacağımı yapar, katlederdim, kime ne!’ diyorsa, diyecek bir şey yok Vallahi. Bu kadarlık bir pişkinlik de bekleriz yani.

Aslında Esad’ın hak ettiği dil asla onu herhangi bir sorunun çözümü için muhatap alan bir dili olamaz. Kendi ülkesinde ABD, İran, Rusya ve Fransa’nın yanısıra DAEŞ ve PKK gibi terör örgütlerinin işgalleri dururken bir tek Türkiye’nin askerlerini işgalci olarak niteliyor olmasının onur payını karşısında yine Arap ülkelerinin liderleri düşünsün.

Suriye’den Türkiye’ye yönelik bir terör tehdidi var bu tehditten dolayı Türkiye’nin tabii ki önleyici tedbir çerçevesinde burada bulunma hakkı var. Esad’ın Türkiye’ye yönelik bu tehdidi engellemeye ne niyeti ne istidadı var. Zaten yıllarca PKK’yı Suriye’de besleyen babasıydı.

Ama bugün Türkiye’nin fazla dillendirmediği, Türkiye’yi Suriye’de bulunmaya mecbur bırakan, bu mecburiyetle haklı kılan daha ciddi sebep Esad’ın katliamlarıyla Türkiye’ye sığınmak zorunda kalmış olan veya bundan sonra da kalabilecek olan sığınmacılar.

Şu anda Türkiye’ye sığınmış olan 3,5 milyon, Suriye içinde Türkiye’ye sığınmaları orada güvenlikleri sağlanmak suretiyle engellenebilen 5 milyon (toplam 8-9 milyon) Suriyeli Türkiye’nin Suriye içinde daha da fazla bölgede var olmasını gerektiriyor ve uluslararası hukuk açısından da haklı ve meşru kılıyor.

Üstelik daha önce de söyledik, Türkiye’de bulunan ve şartlar sağlandığı taktirde geri gitmesi beklenen Suriyeliler için en önemli şart Esad’ın zulmünden emin olmaktır. Türkiye üç operasyonla oluşturduğu güvenli bölgelerde bu şartları kısmen sağladı. Asıl göçün en yoğun olarak kaynaklandığı Halep’in de mutlaka BM kontrolünde güvenli kılınması gerekiyor. Orada Esad var olduğu sürece Türkiye’deki en az 1,5 milyon Haleplinin geri gitme şartları oluşmaz.

Esad’a karşı alttan almanın anlamı yok. Türkiye’nin Halep’in hatta Humus ve Hama’nın (kendi kontrolünde olması şart değil, BM de olabilir) mutlaka güvenli kılınmasını talep etmekle başlaması gerekiyor.

Bizde Suriyelileri göndermeye çalışan sözümona vatan savunmacısı milliyetçilerde de gerçekten zerre kadar samimiyet varsa, akıllarını başlarına devşirip bunun davasını gütmeleri lazım.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu