Makaleler

Erbilli amcanın şeref madalyası ve İran füze saldırısı

Şiddetin Ukrayna’da tavan yaptığı bu günlere İran da birkaç füze atışıyla katkılarını esirgememiş deyip geçildiğinde, kuzeydeki savaşın güneye sıçrama tehlikesi de görülmemiş olacaktır. Türkiye’nin tam merkezinde yer alacağı bir çatışma.

Zafer Yörük Gazate Duvar’daki yazısında şöyle devam ediyor. Mustafa Amca, Erbilli Türkmen bir arkadaşımın babası olan Mustafa Am. Erbil nüfusunun önemli bir bölümü Türkmen’dir. Ama bu, buralarda propagandası yapıldığı üzere, Türkmen nüfusun Türkiye devleti taraftarı oldukları anlamına gelmiyor. Türkmenlerin üst-kimliği Irak’a ve Kürdistan’a aidiyet duygusu temelinde biçimlenmiş. Öyle Turancılık ya da Türkiye’yle birleşmek gibi ideallerin pek karşılığı görülmez. Çoğu KDP eğilimlidir, önemli bir kısmı ise Yekiti yani KYB seçmenidir. Türkmen Cephesi benzeri Türkiye devleti güdümlü yapıların pek bir taraftarı yoktur. Kerkük’te durumun biraz daha farklı olduğu rivayet olunur; ama Erbil’deki kadar yaygın gözlem sahibi olmadıkça Kerkük üzerine benzer bir kanaat belirtmem yanlış olacaktır.

İşte bu Erbil eşrafından Mustafa Amca’yı on beş yıl önce orada üniversitede ders verdiğim zamanlarda, bana hem tercümanlık hem de arkadaşlık yapan bir Türkmen dostumun babası olması vesilesiyle tanımıştım. Şimdi dünyada değil; ama hikayesi, şeref madalyası ile birlikte baki. Huzur içinde uyusun. Hikayeye döneceğim ama önce Mustafa Amca’nın şeref madalyasını hatırlamama vesile olan vaka üzerinde duralım.

Erbil şehri, geçtiğimiz hafta içinde bir gece yarısı, büyük patlamalarla sarsıldı. Sebebi, 12 balistik füzenin inşaat halindeki yeni ABD konsolosluğu binası yakınlarına düşmesi olarak belirtildi. Füzelerin çoğu, Kürdistan 24 TV stüdyoları da dahil olmak üzere sivil yerleşim binalarını vurdu. Yaralılar olduğu belirtiliyor.

Buraya kadar okuyanlar tarafından, ‘Yahu Ukrayna haritadan siliniyor. Bomba, tank, roket, yıkım vb. haddi hesabı yokken Erbil’e düşen üç beş füzeyi mi konuşacağız?’ denecektir. İşte bu füzeleri atanların mantığının iki katmanı tam da burada anlaşılır oluyor. Birincisi, dünya kamuoyunun dikkatinin Ukrayna savaşı üzerinde olması, ertelenmiş bölgesel hesapların görülmesi için fırsat yaratıyor. İkincisi ise bunun tersi: Hep oraya bakıyorsunuz, biraz dönün de buradaki sorunu da görün artık mesajı veriliyor.

İran devleti, füzelerin stratejik bir İsrail yapılanmasını hedef aldığını, ‘bir Siyonist komplo merkezi’nin vurulduğunu söylüyor. Gerek İsrail gerekse İran istihbaratının Irak’ta ve Kürdistan bölgesinde ne kadar etkili çalıştığına tanık olanlar, bu bilgiden fazla kuşku duymayacaktır. Ama böyle bir hedefin vurulması için Irak toprakları içinde İran’ın elinde birçok enstrüman mevcutken füze saldırısının İran Devrim Muhafızları tarafından üstlenilmesi ve atış rampalarının İran toprakları içinde olduğunun açıklanması, saldırının nedenleri üzerine birçok yorumu beraberinde getiriyor.

Bu yorumların ana hatlarını belirleyen ve saldırının zamanlaması üzerinde yoğunlaşan iki görüş üzerinde kısaca durmak gerekiyor. Birincisi, İran’a uzun süredir uygulanmakta olan yaptırımların Viyana’da bir nükleer anlaşma ile kaldırılması konusunda sona gelinmişken yaşanan olumsuz gelişmeler. Bu gelişmenin ana sorumlusu ise ilginç biçimde Rusya. Rusya nükleer anlaşmayı imzalamak için önkoşul olarak, Ukrayna işgali nedeniyle kendisine uygulanan yeni yaptırımlardan İran ile ticareti bağlamında muafiyet talebinde bulundu. Bu, anlaşmanın Rusya tarafından fiilen baltalanması anlamına geliyor. İran bunun üzerine Amerikan yönetimine, Rusya’yı dışarıda bırakarak diğer imzacılarla bir anlaşmayı derhal bitirme çağrısı yaptı. ABD olumsuz yanıt verdi; ve füzeler ateşlendi.

İran, ABD konsolosluğu yakınına düşen füzelerin dokuz Mossad ajanını öldürdüğünü iddia ediyor. Ajanların fotoğraflarını da yayınlamış olmasına rağmen Kürdistan ve Irak makamları, toplam kaybın bir sivil yaralıdan ibaret olduğunu söylüyor. İran’ın verdiği bilginin doğru olma ihtimali yüksek, çünkü İsrail yalnızca İran’ın kadim düşmanı değil, yapılacak nükleer anlaşmanın da en güçlü muhalifi. Rusya’nın anlaşmayı baltalaması ise elindeki Avrupa’ya başlıca enerji sağlayıcı güç olma kozunu böyle bir konjonktürde kaybetmeme zorunluluğu. İran’a yaptırımlar kalkarsa önemli bir petrol ve gaz sağlayıcı kaynak, alternatif olarak devreye girmiş olacaktı.

Yaptırım açmazı, İran’ın Irak topraklarına füze atması için mevcut birçok sebepten sadece bir tanesi. Diğer önemli bir etkenin Irak siyasetine füzeli müdahale olduğu söyleniyor. Altı aydır hükümet kurmaya çalışan Bağdat yönetimi, KDP ve KYB arasındaki cumhurbaşkanını belirleme anlaşmazlığı nedeniyle kitlenmiş durumda. Bu sürece Türkiye’nin de müdahil olduğu gözleniyor. Parlamentoda çoğunluğu sağlayan siyasi irade ise, Şii olmasına rağmen İran karşıtı. Bu durumda İran, siyasi süreçten dışlandığını ve rakibi olarak gördüğü bir bölgesel gücün (Türkiye) giderek daha fazla Erbil ve Bağdat yönetimleri üzerinde hegemonya oluşturduğunu hissediyor.

Füze saldırısından bir gün önce Kürdistan bölgesel yönetim başkanı Neçirvan Barzani ve Erdoğan başkanlığında Türk devlet heyeti, sadece Türk bayraklarının olduğu bir salonda toplandı. Önemli bir toplantı olduğu katılımcılardan belliydi. İki tarafın bir ay içinde yaptığı üçüncü üst düzey görüşmeydi. İçeriğin acil bir gaz ve petrol sevkiyatı projesi ile ilgili olduğu tahmin ediliyor. Yani işin içinde yine gaz ve petrol var. Rusya, enerji kaynaklarını kesme tehdidini elinde bulunduruyor. Alternatif olarak İran öne çıkıyor. Rusya bloke ediyor. Aynı esnada Kürdistan bölgesinin ve muhtemelen Kerkük’teki kaynakların acilen Türkiye üzerinden Avrupa’ya sevkiyatı projesi konuşuluyor. Hem de iki devlet başkanından çok bir cumhurbaşkanı ile itaatkâr bir yerel vali arasında gerçekleşen bir toplantı izlenimi medyaya yansıtılıyor. Ve aynı gece füzeler ateşleniyor.

İran’ın kendi sınırları içinden Irak topraklarına ve ilk kez Erbil’e yönelik bu doğrudan müdahalesi, Arap basınından ve muhalif Kürt medyasından geniş eleştiri almasına rağmen Bağdat yönetiminden sert bir tepki görmedi. Muhalif Kürt yorumcular, Irak Kürdistanı topraklarının Türkiye ordusu tarafından yıllardır sistematik biçimde adım adım işgal edildiğine vurgu yaparak, buna göz yuman yönetimin şimdi dönüp İran’a herhangi bir eleştiride bulunması için zeminin ortadan kalkmış olduğuna dikkat çekiyor.  Gerek Irak gerekse Kürdistan federal bölgesinde egemenlik hakkının korunması ve yabancı güçlerin ülke topraklarından çıkarılması gereğine işaret ediliyor.

İran’ın Türkiye ile içinde olduğu bölgesel güç rekabeti Irak sınırlarının ötesine taşıyor. Ama özellikle Şengal’in kontrolü üzerine uzun süredir tırmanan bir sıcak çatışma ihtimali var. İran balistik füzelerinin menzili Şengal’e ulaşır mı bilinmez ama Türkiye ordusu tarafından zaman zaman bombardımana maruz kalan bölgede İran yanlısı Haşdi Şabi güçleri, Irak ordu birlikleri ve PKK yanlısı silahlı gruplar, her biri diğeriyle sürtüşme halinde olsa da yan yana konuşlu bulunuyor.

Şengal, iki bölgesel güç arası sürtüşmenin görünür alanı. Ama bunun yanında genel olarak Türkiye ile Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasında gelişme gösteren yakın ilişkinin İran’ı rahatsız ediyor olması kaçınılmaz. Geçtiğimiz aylarda Irak Federal Mahkemesi, Kürdistan bölgesinin Bağdat’ı bypass yapan gaz ve petrol satışlarını yasaklamıştı. Dışarıya gaz ve petrol satışları tamamen Türkiye üzerinden gerçekleşiyor ve Irak Federal Mahkemesi, büyük ölçüde İran güdümünde. Neçirvan Barzani’nin Ankara’ya yaptığı sık ziyaretler yanında Hakan Fidan ve Hulusi Akar’ın Erbil trafiği de İran’ın dikkatinden kaçmıyor olmalı. Ayrıca Irak toprakları içindeki PKK varlığına yönelik TSK operasyonlarının özellikle 2019’dan bu yana genişleyerek TSK güçlerinin bölgede kalıcı üsler kurarak yerleşmesinin, Irak ve Kürdistan makamlarından çok İran’ı rahatsız ettiği görülüyor. Füzelerin, yalnızca Kürdistan makamları ile Türk makamları arasındaki görüşmenin değil, İsrail cumhurbaşkanının Ankara ziyaretinin de hemen ardından geldiğini unutmamak gerekiyor. İran’ın varoluşsal düşmanı İsrail ile Türkiye arasında artan yakınlaşma, İran devleti için bir başka önemli rahatsızlık sebebi. 

Şiddetin Ukrayna’da tavan yaptığı bu günlere İran da birkaç füze atışıyla katkılarını esirgememiş deyip geçildiğinde, kuzeydeki savaşın güneye sıçrama tehlikesi de görülmemiş olacaktır. Türkiye’nin tam merkezinde yer alacağı bir çatışma. 

Oysa Erbilli Mustafa Amca sağ olsaydı belki de o füzeler hedefine ulaşamayacaktı. Çünkü onun şeref madalyası konuyla yakından ilgili. Şöyle: 1980-88 yılları arasında yaşanan İran-Irak savaşı esnasında Saddam rejimi, her kentte askere almadığı erkek nüfustan oluşan milis kuvvetleri kuruyor. Bunlar kentin düşmana karşı savunmasıyla yükümlü. Mustafa Amca da milis olarak uçaksavar nöbetçisi oluyor. Yaklaşık olarak her gün bir İran bombardıman uçağı belli bir saatte Erbil semalarında görünüyor. Başlangıçta bütün uçaksavarcılar tetiğe basıyorlar fakat yüksek irtifa olduğundan mermilerin ulaşması imkansız. İlerleyen zamanlarda bir rutin ortaya çıkıyor: İran uçağı her gün kentin üzerinde bir tur attıktan sonra kent yakınlarında boş araziye bir bomba bırakıp geri dönüyor. Belli ki pilota bombardıman görevi verilmiş ama o bir Kürt kentini bombalamaya gönüllü değil. Öte yandan Saddam rejimi de milisleri gözlüyor. Bu nedenle uçak geldiğinde ateş etmek şart ama irtifa yüksek, boşa da olsa atmak mecburi.

Bu karşılıklı danışıklı dövüş içinde bir gün uçağın geliş saatindeki nöbet sırası Mustafa Amca’ya geliyor. O da her zamanki gibi boşa atıyorum diye uçaksavarın tetiğine asılıyor ki bir bakıyorlar uçak dumanlar içinde düşüşe geçmiş. Pilotu sordum; paraşütle atlayıp kurtuldu, KDP peşmergeleri de onu kaçırıp İran’a geri götürdü dediler. İşte Mustafa Amca bunun üzerine Saddam tarafından Erbil’i düşman bombardımanından kurtaran milli kahraman ilan edilerek şeref madalyası ile ödüllendirilmiş. Tabi ki Erbilli amcanın uçaksavarının İran füzeleri karşısında yapabileceği pek bir şey olmazdı. Fakat Erbilli milislerin günümüzdeki muadilleri belki de Türkiye’den bölgeye aktarılması muhtemel S-400 sistemlerini kullanmak için eğitilmektedir. Kim bilir? Ortadoğu’da hiçbir şey imkânsız değil; barış ve demokrasiyi hariç tutarsak.

Belki de Mustafa Amca’yı aklıma getiren İran füze saldırısı kadar Halepçe katliamının yıldönümü olmuştur. Çünkü katliam günlerinde Saddam emrindeki ölüm mekanizması, şu Kürt’tür bu Türkmen’dir o madalyalıdır falan demeden saldırmış. Ailesiyle birlikte Erbil’den kaçarken elma kokusu geldikçe çil yavrusu gibi nasıl dağıldıklarını, neleri, kimleri kaybettiklerini uzun uzun dinledim o günlerde; sadece Mustafa Amca ve oğlundan değil, birçok soykırım kurbanından. Şanlı ve mağrur hatıralardan çok kolektif travmanın yarası karar veriyor kimliğimize, aidiyetimize.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu