Demirtaş’ın mesajının bu kez muhatabı farklı: İkinci “bağra taş basma” çağrısı olarak okunabilir mi?
İHD Genel Merkezi ve Diyarbakır Şubesi tarafından “Kürt Meselesinin Çözümü ve Barış Konferansı” programında HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ile Selçuk Mızraklı’nın mesajını okundu. Mesajda ”Kürt sorununun çözümü, resmi olarak bir masa etrafında konuşulacaksa -ki bizce gecikilmeden konuşulmalıdır- masada Türkiye Cumhuriyeti devletini temsilen Hükümet olmak zorundadır. Hükümet de bugün itibarıyla Sayın Erdoğan şahsında temsil edildiğine göre, bu işin birinci muhatabı Sayın Erdoğan’dır. Yine geçmiş deneyimlerden bilinen, kabul gören ve devletin de resmi hafızasında meşruiyeti kayıt altına alınmış Sayın Öcalan bir başka muhataptır. Ancak böylesine köklü ve grift bir sorun iki şahsiyetin tek başına çözebilecekleri bir mesele de değildir. Bu nedenle Türkiye Büyük Millet Meclisinin bizzat kendisi, Meclis’teki tüm siyasi partiler, Kürt siyasi partileri, sivil toplum örgütleri, akademisyenler, aydınlar, kadın hareketleri, sendikalar, barolar gibi tüm toplumsal yapılar da konunun tarafı ve muhatabıdırlar. Onurlu, adil barışa inanan herkes bu sürecin aktif katılımcısı, yürütücüsü ve sahibi olmak zorundadır. Başka türlü, bu zorlu meselenin altından kalkılamaz.” denildi.
T24’te Murat Sabuncu bugünkü yazısında konuya dair değerlendirmede bulundu. Murat Sabuncu’nun yazısı şöyle:
“Kürt sorununun çözümünde muhatap Sayın Erdoğan’dır.”
Türkiye’de hapiste olmasına rağmen siyasetin en önemli aktörlerinden biri Selahattin Demirtaş. Onun İnsan Hakları Derneği (İHD) tarafından Diyarbakır’daki “Barış Konferansı”na yolladığı mesajdaki bir bölüm tartışılıyor:
“Kürt sorununun çözümünde muhatap Sayın Erdoğan’dır.”
Gerçekten de tartışılmaya, anlaşılmaya ihtiyaç duyulan bir bölüm. Benim bir hassasiyetim var. Cümlenin sadece bir bölümünü alarak yorumun eksik, yanlış olacağını düşünürüm. O kısmı tam olarak aktarmak istiyorum:
“Elbette Kürt sorununun çözümü, resmi olarak bir masa etrafında konuşulacaksa -ki bizce gecikilmeden konuşulmalıdır- masada Türkiye Cumhuriyeti devletini temsilen Hükümet olmak zorundadır. Hükümet de bugün itibarıyla Sayın Erdoğan şahsında temsil edildiğine göre, bu işin birinci muhatabı Sayın Erdoğan’dır. Yine geçmiş deneyimlerden bilinen, kabul gören ve devletin de resmi hafızasında meşruiyeti kayıt altına alınmış Sayın Öcalan bir başka muhataptır. Ancak böylesine köklü ve grift bir sorun iki şahsiyetin tek başına çözebilecekleri bir mesele de değildir. Bu nedenle Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bizzat kendisi, Meclis’teki tüm siyasi partiler, Kürt siyasi partileri, sivil toplum örgütleri, akademisyenler, aydınlar, kadın hareketleri, sendikalar, barolar gibi tüm toplumsal yapılar da konunun tarafı ve muhatabıdırlar. Onurlu, adil barışa inanan herkes bu sürecin aktif katılımcısı, yürütücüsü ve sahibi olmak zorundadır. Başka türlü, bu zorlu meselenin altından kalkılamaz.”
Metnin bu kısmı okunduğunda bir nüans fark ediliyor elbet. “Masada Türkiye Cumhuriyeti devletini temsilen Hükümet olmalıdır hükümet de bugün itibariyle Sayın Erdoğan’ın şahsında temsil edildiğine göre bu işin birinci muhatabı Sayın Erdoğan’dır”…
Ama ana nokta değişmiyor. Anlaşılan o ki uzun süre demokratik Kürt siyaseti tarafından siyaset yapış şekli nedeniyle muhatap alınmayan, kaybetmesi için uğraşılan Erdoğan ile “barış” merkezli bir diyalog arayışı var. Tabii kopuş durup dururken olmadı. Yaşanan acılara ve yıllardır özgürlüklerinden yoksun olanlara bakıldığında nedenler ortada. Demirtaş bu konuda da “rövanşist” olmadıklarını belirtiyor:
“Bizler de Kürt siyasetçiler olarak, karşı karşıya olduğumuz tüm adaletsizliklere rağmen; rövanşist, intikamcı duygulara teslim olmak yerine, halkımızın hak ettiği onurlu barış uğruna her türlü desteği sunmaya hazır olduğumuzu belirtmek isteriz.”
Demirtaş’a tekrar dönmeden önce iki önemli ismin açıklamalarına da bakmak lazım. Leyla Zana’nın uzun süren sessizliğini bozarak Gazete Duvar’a verdiği söyleşideki, “Erdoğan artık süreci dondurucudan çıkarmalı” cümlesi. Bir diğeri Rudaw’a söyleşi veren Ahmet Türk. O da “resmi görüşmeler olmasa da Meclis’ten kimi AK Partili isimlerle görüştüklerini” söyleyip şunları belirtti:
“Bu ülkede diyalog ve barış istiyoruz. Ama şunu söylüyoruz; CHP yapamaz. Neden? Derin devleti ikna edemez çünkü. Erdoğan isterse ki bugün bütün yetkiler, kurum ve kuruluşlar elinde, o isterse ikna edebilir. Sorunu çözebilirler. CHP istese de bütün devleti, derin devleti ikna edemez. Sadece Erdoğan çözebilir veya çözer demedim o gücü var dedim. Ama bugün Kürtlere en çok zulmeden de Erdoğan’dır. 2028’e kadar da yetki elinde.”
Demirtaş’a yeniden dönecek olursak; siyaset hayatı boyunca da HDP eş genel başkanıyken de hapse girdiği 2016 yılından itibaren de Erdoğan’ı siyasi olarak en zorlayan figürlerden biri oldu. 2015 Haziran’da partisinin aldığı oyla da 2019 seçimlerinde başta İstanbul HDP’nin aday çıkarmaması ile muhalefet adına elde edilen kazançlarda da 2023 cumhurbaşkanlığı seçime giden süreçte yazdığı yazılar, yaptığı söyleşiler ile muhalefete verdiği destekle kritik bir isimdi.
Ancak Mayıs 2023 seçimi sonrası Demirtaş bir tavır, tutum değişikliğine gitti. Önce aktif siyasetten çekildiğini açıkladı. Sonra uzun süre sessiz kaldı. Yerel seçimlerde aday belirleme sürecinde eşi Başak Demirtaş’ın İstanbul için aday isteği belirtildi. Ve bir kısmını benim de izlediğim Kobani Davası savunmasında birkaç önemli sinyal verdi. Bu sinyaller bugün gelinen noktanın ayak sesleriydi aslında. Savunmada öne çıkan kısımlar şu idi:
-Savunmanın başında Kürtçe konuştu. Sonunu Kürtçe iki cümle ile bitirdi. Konuşmasının genelinde tuttuğu çizgi “Türkiyelileşme” perspektifinden tam kopmayan ama Kürtlüğünü öne çıkaran bir yapıdaydı. Şeyh Said’e de Seyid Rıza’ya da atıfta bulunarak “onların torunu” olduğunu söyledi ve o günlerden bugüne siyasi, ideolojik bütünlüklü bir çizgi çekti.
-“Kürt sorunu Türkiye’nin demokrasisi içindeki sorunlardan biri” noktasından ayrışarak doğrudan bu sorunun kendisini tarif etti. İttifak yapılan diğer sol-sosyalist partiler ya da karşı ittifaktakiler ne der ne düşünür diye pozisyon almadı.
– Demirtaş, İslam konusunda da savunmasında bir başlık açtı. Şunları söyledi:
“Bu toprakların medeniyeti İslam medeniyetidir. Türkiye sosyalistinin bir kısmı bunları bilmez, bilmediği için de topluma ulaşamaz. Bizi var eden bu topraklarda İslam medeniyetidir. 1300 yıldır hepimizi var eden İslam medeniyetidir. İslam medeniyeti geri falan değildir.”
Bu cümlenin benzerini 2013 Nevruz’unda Diyarbakır’da okunan Abdullah Öcalan’ın mektubunda da görmüştük:
“Saygıdeğer Türkiye halkı, bugün kadim Anadolu’yu Türkiye olarak yaşayan Türk halkı bilmeli ki, Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları, kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır.”
– Bu arada Demirtaş savunmasında da İHD’nin toplantısına yolladığı mesajda da çözümün önemli faktörlerinden biri olarak Öcalan’ı andı.
Selahattin Demirtaş’ın ortaya koyduğu yeni yaklaşımda; CHP’den, “önce Özdağ protokolü sonra iç karışıklık” umudunu kesen bir yaklaşım da var. Önümüzdeki seçimsiz dört yılın belirleyici ögesi olan Erdoğan’a reel-politik bir bakış da…
Elbette Kürt sorunu “dışarıdaki”, Suriye’deki ve Irak’taki gelişmelerle yakından bağlantılı. Türkiye’nin bakanları ve güvenlik bürokrasisinin, Hakan Fidan’ın, Yaşar Güler’in ve İbrahim Kalın’ın Irak görüşmeleri önemli. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2012’den sonra ilk kez Nisan’da Irak’ı ziyaret edecek.
İçeride ise “devletin” içindeki önemli güçlerden Devlet Bahçeli dünkü kurultayda Erdoğan’a “önümüzdeki süreçte de iktidarı bırakmaması” çağrısı yaptı. İki parti arasındaki bağ her geçen gün kuvvetlenirken Kürt sorunu çözümü kolay olabilir mi?