Yaşam

Ceng Sagnic: Kürtler dünyada diaspora gibi değil muhalif gibi davranıyor

Kürtlerin güncel olaylar ışığında dünya genelindeki durumu üzerine görüştüğümüz Ceng Sagnic: “Dünyayı değiştirmek, felsefi bir açılım yapmak, çok büyük bir şey yapmak gibi bir yükümlülükleri yok.”

Ferhat Yaşar
Ferhat Yaşar

 Uluslararası diplomasi yazarı ve analist Ceng Sagnic, Kürtlerin hak mücadelelerinin dünya devletleri nezdinde yeterince anlatılamadığını ve ikna edici olunamadığını belirtiyor. Sagnic, ‘diasporadaki’ Kürtlerin bulundukları ülkelerle iyi ilişkiler kurmak yerine, oraların ‘muhalefeti’ gibi davrandığını savunuyor.

Sagnic’la uluslararası alanda “Kürt diplomasisi”nin nasıl işlediğini, bir ‘Kürt lobisi’nin var olup olmadığını, Irak Kürdistan Bölgesi ve Rojava’da yaşananlar ekseninde konuştuk…

‘KÜRT MİLLİYETÇİLİĞİ BİR KORKUNUN SONUCU OLARAK ORTAYA ÇIKTI’

Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı devletinin yıkılması ile Ortadoğu’ya bugünkü şeklini veren Sykes-Picot, Sevr ve Lozan gibi anlaşmalar yapıldı. Bağımsızlıklarını kazanan Araplar kendi devletlerini kurdu. Ancak Ortadoğu’da yeni bir güç olarak ortaya çıkan ABD’nin Wilson İlkeleri’nde de yer alan bu ‘bağımsızlık hakkı’ Kürtler söz konusu olunca neden işlemedi? Bu döneme ilişkin değerlendirmeniz nedir?

Bu soruyla ilgili birçok şey söylenebilir. Soruyu özetlersek şöyle bir anlam çıkıyor. Neden Osmanlı hakimiyetinde bulunan başka toplumlar bağımsızlıklarını kazanırken Kürtler kazanamadı? Bu sorunun birden fazla cevabı var. Bu cevapların hangisinin bizim için en uygun olduğunu kestirmek çok zor. Ama şunu söylemek mümkün. Milliyetçilik akımlarının, Osmanlı’ya, Osmanlı tebaasında bulunan toplumlara ulaşmasının farklı kanalları oldu. Arap milliyetçiliğinin ya da Ermeni milliyetçiliğinin Osmanlı topraklarında ortaya çıkmasının kanallarıyla Kürt milliyetçilerin kanalları farklıydı. Milliyetçilikten kastım rasyonalizm, ırkçılık anlamında değil. Kürt milliyetçiliği, Kürt ulusal fikri, Arap ve Ermeni milliyetçilikleri gibi batıyla direkt olarak bir bağlantı içerisinde ortaya çıkmadılar. Bu nedenle Kürt milliyetçiliği ile ilgili her zaman 3’üncü dalga bir milliyetçilik olduğu yorumu yapılır. Avrupa’da çıkan milliyetçi fikirlerin, Osmanlı içerisindeki tebaalara -bu tebaaların başında Ermeniler ve Araplar geliyor- direkt bir ulaşımı varken, Kürt milliyetçiliği hem bu milliyetlere karşı hem de daha sonra gelecek Türk milliyetçiliğine karşı bir reaksiyon olarak ortaya çıktı. Bu dönemde çok geç kalmış bir milliyetçilik olmuş oldu. Bu konu tartışıldığında, listenin başında bu milliyetçilik geliyor. Kürdistan’daki Ermenilerin Avrupa ile Rusya’daki milliyetçi akımların fikirleriyle merkezi olan toplumlar ve o toplumların entelektüel dünyasıyla direkt bir bağlantıları vardı. Bu bağlantıyı dinden ötürü konuşabiliriz, kilise üzerinden konuşabiliriz veya bu bağlantıyı İstanbul’daki şehirli nüfus üzerinden konuşabiliriz. Kürtlerin böyle bir bağlantısı yoktu. Kürtler etraflarındaki hatta beraber yaşadıkları, komşu oldukları toplumların milliyetçi fikirlerini ancak şaşkınlıkla izlediler. Bir başka deyişle Kürt milliyetçiliği, reaksiyonal bir biçimde bir tepki olarak, bir korkunun sonucu olarak ortaya çıkmış oldu. Bu başlı başına bir geç kalma sebebiydi. Bu birinci sorun olarak konuşulabilir. İkinci sorun daha az söylenen bir mevzu. Kürt şehirli nüfusunun çok daha düşük olması. O dönem için Kürt toplumundaki -orta sınıf demek mümkün değil ama- bir entelektüel, aristokrat sınıfın İstanbul’la, milliyetçi fikirlerle, yönetim erkleriyle ilişkisi çok zayıftı ve Kürtlerin güçlü olan bir şehirli sınıfı olmayışı da bununla ilgiliydi. Üçüncü argüman, kolonyal güçlerin, Avrupalı güçlerin Kürtlerle ilgili örneğin Araplarla ilgili olduğu gibi bir projelerinin olmayışıydı. Örneğin Hicaz’da, Arap dünyasında, Avrupa’dan ihraç edilmiş milliyetçi fikirleri, milliyetçi girişimleri, Arapların ulusal bağımsızlıklarını elde etmeleri yönünde veya otoritelerini elde etmeleri yönünde güçlü batılı fikirler vardı Osmanlı’ya karşı. Kürdistan ile ilgili böyle bir fikirleri, bir projeleri neredeyse yoktu. Sevr’deki Kürdistan projesi, tam anlamıyla Kürtlerin bağımsızlığını kazanmasının Avrupa’da oturmuş bir fikir olduğunun ifadesi değildi. Zaten özellikle dönemin kolonyal güçleri, Kürtlerin böylesi devletleşebileceği imkana sahip olduklarından, Kürtlerin Türklerle ve İstanbul’la aralarında devletleşmeye götürebilecek bir ayrılığı olduğundan emin değillerdi. O dönemde önde gelen Kürt aristokratları, entelektüelleri, Şerif Paşa gibi insanları ya da Bedirhanlar gibi bu konuda Avrupalıları ikna etmeye çalışmış olsalar da her zaman marjinal görüldüler. Hem geç kalmış bir milliyetçilik hem kentli nüfusu çok düşük olan bir toplum hem de kendini böylesi bir projeyi istediğine dair dönemin egemen güçlerini ikna edemeyen bir durumdaydı Kürdistan toplumu. Kürdistan toplumunda, Kürdistan’ın uluslaşamaması, bağımsızlaşamaması sorununun her zaman dışardan kaynaklı olduğuna dair bir yanılgı da var. Fakat Kürdistan’daki toplumsal yapının ve kentli nüfusun çok düşük olmasının bu fikirleri çok geç elde etmiş olmasının çok ciddi bir etkisi var. Kürdistan’da bu fikir ortaya çıktığı zaman artık Osmanlı’nın mirasçısı, Osmanlı’nın son dönemlerdeki Türkçüler için artık ‘her şeyi kaybettik Kürtleri de kaybedecek halimiz yok’ algısı oluşmuş durumdaydı zaten.

Ceng Sagnic (sağda) ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başbakanı Mesrur Barzani 2017 referandumu sırasında.

Yine Birinci Dünya Savaşı sonrasından başlayarak ele alırsak, Kürtlerin uluslararası diplomaside nasıl deneyimleri oldu ve bu deneyimler nasıl bir birikim ortaya çıkardı?  

Uluslararası diplomaside Kürtlerin her zaman sesleri oldu çünkü Birinci Dünya Savaşı’nda ve sonrasında Kürtlerin Paris’te, Kahire’de, önde gelen gazetecileri, önde gelen liderleri oldu. Yukarıda da örneğini verdiğim Şerif Paşa ve Bedirhanlar gibi liderleri oldu. Fakat uluslararası diplomasi bir güç dengesi üzerine kuruludur. Kürtlerin böyle bir gücü olmadığı için Birinci Dünya Savaşı dönemlerinde neredeyse 1946’da KDP (Kürdistan Demokrat Partisi) Irak’ın kuruluşuna, 1960’ların başında KDP’nin Irak Kürdistan bölgesi için girişimlerde bulunmasına kadar çok ciddi bir diplomatik girişimden bahsetmek mümkün değil. Böyle bir altyapı Kürtlerde neredeyse olmadı.

Bugün Kürtlerin uluslararası diplomasideki varlıklarını nasıl değerlendirirsiniz? Kürtler hakları için dünyanın herhangi bir ülkesinde, örneğin ABD’deki İsrail lobisi gibi, bir ‘lobi faaliyeti’ yürütebiliyor mu? Yürütebiliyorsa bu hangi alanlarda ve nasıl oluyor?

Yazının devamı:

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu