Gezi Parkı davasında cezalar onandı
Yargıtay 3. Ceza Dairesi, 8 sanıklı Gezi Parkı davasında, Osman Kavala’ya verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis ile Türkiye İşçi Partisinden (TİP) milletvekili seçilen Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mine Özerden ve Çiğdem Mater Utku’ya verilen 18’er yıl hapis cezalarını onadı.
Daire, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 25 Nisan 2022’de verdiği karara ilişkin temyiz incelemesini tamamladı.
Buna göre, Daire, “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım” suçundan 18’er yıl hapis cezası verilen Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mine Özerden ve Çiğdem Mater Utku hakkındaki mahkumiyet hükümlerinin de onanmasını kararlaştırdı.
Dairenin, Atalay ve Kahraman’a ilişkin onama kararının gerekçesinde, bu sanıkların bir plan ve organizasyon dahilinde gerçekleştirilen Gezi Parkı olaylarının başlaması ve tüm ülke sathına yayılarak derinleştirilmesi kapsamında eylemlerinin bulunduğu kaydedildi.
Atalay ve Kahraman’ın, Gezi Parkı eylemleri sürecinde yaptıkları provokatif paylaşımlar ve eylem çağrıları ile eylemcileri tahrik ederek şiddet olaylarının tırmanmasına neden olan Taksim Dayanışması’nı yönlendirdikleri aktarılan kararda, şu gerekçeye yer verildi:
“Gezi Parkı eylemlerinin gerçekleştirilmesindeki organizasyonda baş aktör olan ve bu eylemleri finanse eden diğer sanık Mehmet Osman Kavala ile de irtibatlı olarak birlikte hareket ettikleri anlaşılmakla, bu şekilde vuku bulan eylemleri, TCK’nın 312/1. ve 37/1. maddeleri kapsamında hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçunu oluşturduğu halde, delillerin takdir ve değerlendirilmesinde düşülen yanılgı sonucu hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etmeye yardım suçundan mahkumiyetlerine karar verilmesi, aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.”
18 yıl da yetmedi ancak bu haliyle onadı
Kararda, cezası onanan sanıklardan Can Atalay ve Tayfun Kahraman için ilginç bir yorum yapıldı. Bu iki ismin de Kavala gibi “hükümeti devirmeye teşebbüs suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almaları gerektiği” vurgulandı. Buna karşılık, yerel mahkeme ve istinaf mahkemesinin sadece hükümeti devirmeye teşebbüs etmeye yardım suçundan 18’er yıl ceza verdiği ifade edildi. Yerel mahkeme ile istinaf mahkemesinin cezada yanılgıya düştükleri ancak savcılık daha ağır ceza talebiyle Yargıtay’a başvurmadığından cezanın bu şekilde onandığı vurgulandı.
Üç isim için bozma
Yargıtay, 18’er yıl hapse mahkûm edilen tutuklu Ali Hakan Altınay ve Mücella Yapıcı ile Yiğit Ali Ekmekçi hakkında verilen kararları ise bozdu. Kararda, bu isimlerin, “hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım” suçundan değil, “toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa muhalefet” suçundan yargılanmaları gerektiği belirtildi. Bu kapsamda Yapıcı ve Altınay’ın tahliyeleri de kararlaştırıldı.
78 sayfalık kararda, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği, istinaf mahkemesinin yerinde bulduğu karar tartışıldı. Gezi Parkı eylemlerinin gün gün aktarıldığı kararda, iddianamedeki tartışmalı bütün isnatlar doğru kabul edildi.
Kararda, 2011’de Taksim Yayalaştırma Projesi’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından kabul edilmesinin ardından sosyal medyada “Ayaklan İstanbul/Occupy İstanbul” isimli Facebook sayfasının oluşturulduğu ve sayfa üyeleri tarafından çeşitli aralıklarla Taksim Yayalaştırma Projesi’ne tepki bahanesiyle Revolt (Ayaklan) İstanbul adıyla eylemler düzenlenmeye başlandığı, “Gezi Parkı olaylarının aktif şiddet eylemlerine dönüştüğü 2013 yılında gösteri grubunun önünde polise taş atan eylemcilerin taktığı kasklarda ve giydikleri tişörtlerde de ‘#OccupyTurkey’ yazısının yer aldığı, eylemcilerin ve eylem çağrılarının temel olarak örgütlendiği alan olan Twitter’da da en çok kullanılan etiketlerin ‘#occupyturkey’ ve ‘#occupygezi’ şeklinde olduğu” belirtildi.
İki yıl önceden planlandı
Kararda, “27 Mayıs 2013 tarihinde fiili olarak başlayan ve şiddet eylemlerine dönüşen Gezi Parkı eylemlerinin, toplumun verdiği anlık ve öngörülemez bir tepki hareketi olmayıp, çalışmaları iki yıl öncesinden başlatılan ve planlı bir kalkışma hareketi olduğu anlaşılmıştır” denildi.
2012’de “Taksim yayalaştırma projesine tepki bahanesiyle” sanıklar Tayfun Kahraman ve Can Atalay’ın öncülüğünde Taksim Dayanışması’nın kurulması da buna kanıt gösterilerek, şöyle denildi:
Toplum mühendisliğinin ürünü
“Gezi Parkı olaylarının öncesinde ”Occupy/İşgal” düşüncesinin özellikle sosyal medya hesaplarından topluma yayılmaya başlandığı ve gerçekleştirilmesi planlanan toplumsal ayaklanmaya taraftar toplanmaya çalışıldığı, hazırlık hareketlerine ilişkin bu sürecin alışılageldik ve gelişigüzel şekilde gerçekleşen bir süreç olmadığı, hazırlık eylemlerinin arka planında dünyaca ünlü bir başkaldırı topluluğunun ve akademik çalışmaların da bulunduğu bir toplum mühendisliğinin ürünü olduğu, bu kapsamda Gezi Parkı olaylarının hazırlık sürecinde toplumsal desteği sağlamak ve toplumsal algı oluşturmak amacıyla dünyaca ünlü OTPOR grubundan destek alındığı, grubun kurucusu olan Sırp asıllı Ivan Marovic ve CANVAS eğitmenlerinin de hazırlık sürecinde bir süre ülkemizde bulundukları tespit edilmiştir.”
Görüşme tespit edilemedi ama kanıt sayıldı
Kararda, OTPOR Grubu ve CANVAS grubunun temel felsefesini Gene Sharp’ın teorisyenliğini yaptığı sivil başkaldırı yöntemlerinden aldığı, Ivan Marovic ve Srda Popovic öncülüğünde kurulduğu belirtilerek, bu yapıların büyük oranda yabancı istihbarat servisleri ve Açık Toplum Vakfı kurucusu olan George Soros gibi sermaye sahipleri tarafından desteklendiği öne sürüldü.
Kararda, “Bu yapıların kalabalıkları bir araya getirdiği, kalabalıkların verdiği güven hissiyle devlet otoritesine başkaldırdığı, mizah ve tiyatro gibi pasif direniş hareketi adı altında şiddete karşı olduğu izlenimini uyandıran eylemlerle taraftar grubu kazandığı ve sonrasında toplanan kalabalıklarla kolluk kuvvetlerini kışkırtmak suretiyle sözde barışçıl eylemlerini şiddet eylemlerine dönüştürdüğü, örgütün eylemlerinde özellikle basını olay yerine getirerek hem kolluk kuvvetlerini psikolojik baskı altında tutmayı hem de eylemcileri cesaretlendirerek kalabalıkları istedikleri gibi yönlendirmeyi temel eylem metodu olarak belirlediği, her ne kadar kendilerini şiddetsiz eylem yanlısı bir grup olarak tanımlasa da Sırp Devrimi esnasında kamu binalarını ateşe verme ve eylemlerde silah ve molotof kullanma gibi yöntemleri vardır” yorumu yapıldı.
Kararda, bu yapıların kurucularının Türkiye’de tatil yaptığı dönemlere de dikkat çekildi. Davanın sanıklarıyla farklı kentlerde olmaları, telefon ve yüz yüze görüştüklerine dair kanıt bulunmamasına rağmen tatil yaptıkları tarihler, eylemleri organize etmelerine kanıt gösterildi.
Firari durumda olan ve dosyası ayrılan oyuncu Mehmet Ali Alabora ve bazı isimlerin Mısır’da tatil yaptıkları dönemde, bu yapılardan bazı isimlerin bu ülkede bulunmaları da görüştüklerine dair kanıt bulunmamasına rağmen kanıt sayıldı.
Kararda, “bunun rastlantıyla izahının mümkün olmadığı” belirtildi. Firari sanık Handan Meltem Arıkan’ın yazdığı ve Memet Ali Alabora’nın yönetmenliğini yaptığı “Mi Minör” isimli tiyatro oyunu da kanıt sayıldı. Kararda, izleyiciyi sosyal medya aracılığı ile örgütleyip, sergilenecek oyuna davet eden ve seyircinin de interaktif şekilde katıldığı bir tiyatro oyununun Gezi eylemleri öncesinde sahneye konulmasının sürpriz olamayacağı ifade edildi.
Beş oluşum
Kararda, Gezi Parkı olaylarını Soros’un Açık Toplum Vakfı’nın, Kavala’nın kurduğu Anadolu Kültür’ün, Taksim Platformu ve Taksim Dayanışması ile Forumlar Koordinasyonu’nun organize ettiği ifade edildi.
Açık Toplum Vakfı ve Anadolu Kültür için şu yorum yapıldı:
“Kadın hakları, çocuk istismarı, kadına şiddet, azınlıkların asimilasyonu, ifade özgürlüğü ve çevre duyarlılığı gibi son derece masumane konularda toplumun çeşitli kesimlerinde direnç noktaları oluşturmak suretiyle bu projeler için bir araya gelecek insanlara ortam hazırladıkları, bu itibarla istedikleri zaman herkesin derdinin aynı olduğu, özgürlüklerin önündeki engelin mevcut iktidar olduğu ve iktidarın değiştirilmesi gerektiği savıyla birbirinden bağımsız bu toplulukları yönetime karşı kışkırttıkları ve böylelikle amaçlarına engel gördükleri tüm yönetimleri kitlesel kalkışmalarla saf dışı bırakmayı denedikleri…”
Kavala’nın Gezi eylemleri sırasında yabancılarla yaptığı görüşmelerin “uluslararası girişim” sayıldığı kararda, Can Dündar’la yeni bir televizyon kurmak için görüşmesi de “yeni bir medya yapılanması içerisine girmeye çalışmak, Gezi Parkı olayları benzeri kalkışmaların medya vasıtasıyla gündem oluşturulmasını sağlamak” olarak tanımlandı.
Kararda, sanıklardan Çiğdem Mater’in çekmediği Gezi Parkı belgeseli ile ilgili yaptığı görüşmeler de yine kanıt sayıldı. Bunun da bir plan dahilinde olduğu ifade edildi.
Kavala’ya ağır suçlama: Perde arkasından yönetti
Kararda, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilen Kavala’nın konumu ise şöyle değerlendirildi:
“Kavala’nın Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti aleyhine gerçekleştirdiği faaliyetlerinde Açık Toplum Vakfı ve Anadolu Kültür A.Ş. üzerinden göstermelik projeler oluşturarak legal bir kılıfta fonlama yaptığı, yine Gezi Parkı eylemlerine katılan eylemcilerin polis müdahalesinden etkilenmemesi için gaz maskesi ve diğer ihtiyaçların temini için para arayışı içerisine giriştiklerinde bu arayışın, sanıklar Mine Özerden ve Mehmet Osman Kavala tarafından çözümünün sağlandığı, sanık Mehmet Osman Kavala’nın bu konuyla ilgili iki kişinin hesap açmasını ve paraların bu hesapta toplanarak ihtiyaçların buradan karşılanmasını önerdiği, fakat sanıkların deşifre olmamak ve ilerleyen süreçte hukuki açıdan sorun yaşamamak için bu hesabı kendi isimlerine açtırmadıkları, Gezi Parkı eylemlerine katılan eylemcilerden iki kişi bularak onların isimlerine hesap açılmasını görüştükleri, dolayısıyla sanık Mehmet Osman Kavala’nın Gezi Parkı olaylarının karar alma ve parasal destek süreçlerinde aktif olarak bulunmasına rağmen kendisini deşifre etmemek için hiçbir resmi işlemde bulunmadığı, şiddet eylemlerinin gerçekleştiği yerlere gitmediği, sürecin en önemli akıl hocası olarak her platformda perde arkasında yer aldığı, her ne kadar Mehmet Osman Kavala Türkiye Cumhuriyeti aleyhine gerçekleştirdiği faaliyetlerini sivil toplum kuruluşları ve kar amacı gütmeyen şirket aracılığıyla legal görünüme kavuşturmaya çalışsa da Gezi Parkı olaylarına maddi yönden destekte bulunduğu, bu kapsamda sanık Mehmet Osman Kavala’nın eylemcilerin her türlü ihtiyacını gidermek için başvurulan kişi konumunda olduğu, Gezi Parkı eylemlerinde eylemcilerin polisle çatışmaya girerken kullandıkları gaz maskesi ve gözlük, eylemciler için yemek ve kahvaltı ve eylemcilerin koordinasyonu daha kolay sağlayabilmeleri için Gezi Parkı’na masa ve ses sistemi gibi malzemeleri temin ettiği… Bu itibarla ülkemizde yönetim karşıtlığını körüklemek için toplumda direnç odakları oluşturmak suretiyle Gezi Parkı olaylarında olduğu gibi eylemcileri istediği zaman bir araya getirmeyi amaçlayan sözde sivil toplum çalışmalarını yürüten sanık Mehmet Osman Kavala’nın, yurtdışından kendisine aktarılan fonları gizlemeye çalıştığı tespit edilmiştir.”
FETÖ dinlemeleri delil sayıldı: O tarihte vahametini anlayamazlardı
Kararda, FETÖ üyeliği ile suçlanan, firari ve tutuklu hakim ve savcıların “örgüt kurma” suçundan yaptırdıkları telefon dinlemeleri de hukuka uygun sayıldı. Kararda, daha sonra dinleme kararlarının “hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçundan verildiğine dikkat çekildi.
Farklı suçtan yapılan önceki dinlemelerin buna rağmen dosyada kullanılabileceği iddia edilerek, “Bu itibarla, soruşturma sürecinde sanıklar hakkında alınan iletişimin dinlenmesi kararlarının, suç örgütü kurma ve yönetme suçuna ilişkin olduğu belirtilmişse de iletişimin dinlenmesine başvurulan suç ile kamu davası açılan ve hüküm kurulan suçlar arasında geçitli ve dönüşen suç ilişkisi mevcuttur. Dosya kapsamında yapılan dinlemeler olaya ilişkin olduğundan ve suç niteliğindeki değişim alınan kararların hukuka aykırı olmaları sonucunu ortaya çıkarmayacağından, bu nedenle iletişimin dinlenmesine ilişkin ilgili merciler tarafından verilen tedbir kararları ile elde edilen delillerin hukuka uygunluğu konusunda herhangi bir şüphe bulunmamaktadır” denildi.
Farklı suçtan yapılan dinlemelerin sonradan ceza verilen suç için kullanılması ise, “Olayların vahametinin o tarihte belli olmaması” ile açıklandı.
“Atalay vekil seçilse de fark etmez”
Kararda, Can Atalay’ın milletvekili seçilmesine rağmen hakkındaki yargılamanın durdurulmamasına özel yer ayrıldı. Atalay’ın işlediği suçun soruşturmasına vekil seçilmesinden önce başlandığı, Anayasa’nın 14. maddesinin de bu durumu dokunulmazlık kapsamı dışında tuttuğu savunuldu.
Anayasa Mahkemesi’nin daha önce, Anayasa’nın 14. Maddesine hangi suçların girdiğinin belirsiz olduğu yönündeki kararına rağmen bu yorumun yapılması da tartışıldı. Anayasa Mahkemesi kararına aykırı biçimde, yargının, söz konusu maddede hangi suçların sıralandığı yazılmasa da yorum yoluyla bunun içini doldurabileceği savunuldu. Bu nedenle vekil seçilmesinin cezalandırılmasına engel olmadığı vurgulandı.