İstanbul Suriyelilerinin yarattığı canlı kültür mekânlarının 2016’dan sonraki çöküşü
Emine Uçak Erdoğan’ın Suriyelilerin İstanbul’da kurup geliştirdiği, kültürel boyutu ön planda olan çeşitli mekânları ele aldığı tez çalışması geçtiğimiz Ekim ayında kitap olarak yayımlandı. Ne var ki 2016’da biten tez çalışması sırasında canlılığını koruyan bu mekânların çoğu artık yok: “Bugün Suriyelilerin kendilerini ‘vatan’larında ve ‘eskisi gibi’ hissettikleri o mekânların çoğunun kapandığı, kurucularının başka ülkelere gittiği, gitmek zorunda kaldığı bir durumla karşı karşıyayız.”
Emine Uçak Erdoğan’ın kitaplaşan tez çalışması “İstanbul’daki Suriyeliler: Gündelik Hayat ve Mekân” geçtiğimiz Ekim ayında yayımlandı. Biraz gecikerek de olsa nihayet aşağıdaki söyleşiyi gerçekleştirebildik. Aslına bakarsanız konu Suriyelilere (mülteciler, göçmenler, sığınmacılar) dairse hiçbir zaman gecikmiş sayılmayız. Ne yazık ki!
Farklı şehirlerde açtıkları iş yerleriyle sağladıkları istihdamın, ekonomiye katkılarının önemi yok. Ya da yakın tarihimizde Almanya’ya giden Türk işçilerinin yaşadıklarından herhangi bir ders çıkarmıyoruz. Ya da hem dinen hem kültürel (eskiden aynı devletin vatandaşlarıydık) bağlarla kendilerini Türkiye’ye yakın hisseden Suriyelilerin ve diğer mültecilerin burada yaşamak istemesi, buralı olmak istemesi umurumuzda değil. Türkiyeliler gündelik hayatlarında yaşanan, yaşanması muhtemel her türlü sorunun sorumlusu olarak bu grupları suçlamaya devam ediyor, öfkelerini onlara yansıtıyor
Söyleşiye geçmeden önce ‘yabancılık nedir’le ilgili “İstanbul’daki Suriyeliler” kitabından birkaç alıntıya yer vereceğim:
“Sürekli bana ‘Sen niye buradasın?’ diye soruyorlardı. ‘Ülkende savaş var, sen niye geldin?’ Çok kırıcı ve rahatsız edici.” Ömer, 20 yaşında, öğrenci.
“Yani az olunca herkes duyarlı yaklaşıyor. Ama sayı artınca duyarlılık yerini tepkiye bırakıyor. Otobüste sürekli şahit oluyoruz. Gördükleri her dilenciye Suriyeliymiş gibi davranıyorlar. Ben kendimi hapiste hissediyorum; dil bilmeme rağmen, birçok kişiyi tanımama rağmen… Avrupa destekli bir SKT’da çalışıyorum. Ama buna rağmen bir yerden bir yere giderken her an ‘sorun yaşarım’ diye düşünüyorum.” Mustafa, 36 yaşında, tercüman.
“Bir sorun olunca önce herkesin aklına sen geliyorsun. İlk geldiğimde burada bir yerde çalışıyordum. İşler kötüleşince işçi çıkarmaya karar verdiler. Benim yanımda biri çok kolaylıkla ‘Suriyeliyi çıkartın,’ dedi. Niye, çünkü sen misafirsin, burada olmaya hakkın yok. Sadece iş değil ki normal davranmaya bile hakkın yok. Kız kardeşim okulda neşeli olduğu ve sık sık güldüğü için öğretmeni ‘Sen ne biçim Suriyelisin, ülkende savaş var, nasıl bu kadar rahat gülüyorsun?’ diye kızmış. Dayanamadım gidip konuştum. Ama o kadar çok oluyor ki böyle şeyler. Hangisini anlatayım.” Ahmet, 23 yaşında, garson.
“Burada bir restoran kurdum. Misafir ve ihtiyaç sahibi gibi görülmek istemiyorum. Burada bir hayatım olduğunu hissetmek istiyorum. Yardım değil, kabul görmek istiyoruz. Bürokratik sorunların, ikametle ilgili sorunların çözülmesini istiyoruz.” Nasr, 54 yaşında, restoran sahibi.
“Dil bilmeyince ve yabancı olunca her şeyi üstüne alınıyorsun” diyerek kırılganlığını ifade eden insanlar, misafir-yabancı görüldükleri toplumsal hayata ve kamusal alana nasıl katılıyorlar?