Roboski: Kürdün ölümünün normalleştirilmesi
Devlet nezdinde Kürdün ölümünün normalleştirilmesi, Roboski gibi bir katliamın gerçekleşmesine ve faillerin cezasız bırakılmasına sebebiyet verebiliyor.
Evrensel’den Serpil İlgün’ün sorularını yanıtlayan akademisyen Dr. Ayhan Işık çarpıcı açıklamalarda bulundu.Işık’ın açıklamaları şöyle:
28 Aralık 2011 gecesinde Şırnak Uludere’de sonraları isminin geçmesinin dahi kalbi ve aklı oyduğu bir katliam yaşandı. 150 TL kazanmak için yıllardır yaptıkları gibi, o gece de Irak sınırına “kaçağa” giden 34 insan “hata, göze alınabilir zayiat” olarak addedilerek TSK savaş uçaklarından atılan bombalarla öldürüldüler. “Ölenlerin çoğu çocuktu” demek soluk kesici, “Parça parça edildiler” diye anlatmak delirtici…
Evet, “Unutursak kalbimiz kurusun” diyeli 10 yıl oldu. Roboskî, hafızalardaki ağırlığını korumaya devam ediyor ama bu, katliam dolayısıyla bir tek devlet görevlisinin ceza almadığı gerçeğini değiştirmiyor.
Önce katliamın Ankara dehlizlerinde kaybolmayacağı sözünü veren Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan daha sonra katliamın üstünün örtüleceği ve cezasız bırakılacağını şu sözlerle ilan ediyordu: “Bizim Silahlı Kuvvetlerimiz bu görevi samimi bir şekilde yapmıştır. Hata da olabilir… Allah aşkına tazminatsa tazminat… İlla terör örgütünün istediğini mi söyleyeceğiz. Kusura bakmasınlar.”
Peki “Herkesin gözü önünde gerçekleşen” bir katliam olarak Roboskî’de de karşımıza çıkan devlet şiddeti nasıl oluşturulur? Roboskî gibi katliamlar nasıl bu kadar kolay gerçekleştirilebiliyor? Adaletsizlik ve cezasızlık nasıl bir işlev görüyor? Toplum rızası nasıl alınıyor?
Université Libre de Bruxelles’de doktora sonrası araştırmacı ve Erasmus Rotterdam Üniversitesinde misafir araştırmacı olan, siyasi tarih, paramilitarizm, siyasal şiddet ve Kürt çalışmaları alanlarına odaklanan Dr. Ayhan Işık yanıtladı.
Roboskiyi de doğuran devlet şiddeti nedir?
Devlet şiddeti, devletin gerçekleştirdiği, fail olduğu ya da devletle ilişkili kimi grupların, bireylerin devlet adına gerçekleştirdikleri şiddet eylemleri için kullanılan bir ifade. Kimi tanımlara göre ifade özgürlüğünden işkenceye, zorla kaybetmelerden pogromlara, soykırımlara kadar çok geniş bir çerçevede tanımlanıyor. Genel itibarıyla fiziksel şiddet için kullanılıyor ama hem ifade özgürlüğü hem de devlet terörü kavramlarını da içeriyor.
Devlet şiddeti hangi ayaklar üzerinden oluşturulur, süreklileşmesini ne sağlar?
Devlet şiddetini yaratan birkaç sac ayağı var: Devletin güvenliği adına yapılıyor iddiası; hukuki anlamda kimi boşlukların olması; devletin kendi içindeki kimi grupları bu boşluklardan yararlanarak kullanıyor olması, cezasızlık ve son olarak şiddetin devletle bağının inkarı. Bu temel sac ayakları üzerinde şekillenen mekanizma, devlet şiddetinin süreklileşmesini sağlıyor. Devlet şiddeti ile ilgili failler cezalandırılmıyorsa, bu daha sonra ortaya çıkacak potansiyel faillere cesaret de veriyor. Temelde devlet şiddeti, “devletin bekası” ile ilgili pek sorgulanmayan bir alan. Bu nedenle yasalar, anayasalar değişse de süreklilik bir biçimde devam ediyor.
Daha çok hangi grupları hedef alıyor?
Türkiye örneğinde biliyoruz ki devlet dediğimiz yapı, tekçi gibi görünen ama hep farklı kliklerin içinde barındığı, ancak Türklük tanımı dışında kalan gruplar söz konusu olduğunda o farklı kliklerin ortak tavır aldığı bir mekanizma aslında. Cumhuriyet, Türklük ve Sünni-İslam üzerine inşa olmuş çok temel ikili bir koda sahip. Bunların dışında kalan herkes devlet için tehdit. Rejimler, hükümetler değişse bu tehdit algısı değişmiyor. Kim bunlar? Etnik ve dini azınlıklar, Kürtler, Aleviler, Hristiyanlar, Yahudiler. Yine sınıfsal mücadele içinde olan sol, sosyalist hareketler. Dolayısıyla kurucu otoritenin cumhuriyetin başında hatta öncesinde tanımladığı Türklük çerçevesiyle “uyumlu” olmayan gruplar devlet şiddetinin hedefi oluyor.
Devlet şiddetinin yoğunlaştığı kimi dönemler var; iç savaşlarda, devlet otoritesine karşı başkaldırı ve isyan dönemlerinde, devlet içindeki farklı klikler arasındaki çatışma dönemlerinde ve devletin uzun vadeli stratejisine göre engel oluşturabilecek siyasi, dini, sosyal, sınıfsal grupların korkutulması, elimine edilmesi sırasında uygulanıyor.
Devlet şiddetinin meşrulaştırılmasını da sağlayan argümanlar neler?
Devletin bu konuda oldukça belirgin ama kısa bir listesi, bir repertuvarı var. Kaçakçı, eşkıya, gavur, hain, terörist vb. Bu kavramlarla, hedeflenen grup ya da gruplar kriminalize ediyor, düşmanlaştırılıyor, dolayısıyla şiddet kullanımı meşrulaştırılıyor. Bunun toplumsal anlamda çok ciddi bir destekleyici kitlesi de var. Devletin siyasetini sorgulayan özgür basın yeterince güçlü değil, kitlesi az ve kendisi de devlet şiddetinin hedefinde. Dolayısıyla devlet şiddetinin meşrulaşmasını sağlayan birkaç temel noktadan bahsedilebilir; “devletin bekasına” yönelik tehdit algısı, devlet siyasetini sorgulamadan benimseyen geniş toplumsal yapı ve basın, eğitim vb. alanlar üzerinden yürütülen tehdit ve yalan üretiminin süreklileştirilmesi. Dolayısıyla devlet elitleri hukuktan, yasalardan destek alsalar da ağırlıklı olarak bu üçlü mekanizma aracılığıyla şiddeti meşrulaştırıyor. Teröre, kaçakçıya, haine karşı bir savaş verdiğini iddia ederek.
Roboski’de 34 insanın üzerine bomba yağdırılması için “Terörist olduklarından şüphe duyulması” yetmişti. Şüphe, müphem, belirsiz bir sıfat. Böyle olduğu halde grubun bombalanması kararının verilmesi ne anlatıyor?
Oradaki şüphe ile oluşturulan tehdit ve sonrasında gerçekleşen katliam, Kürt’ün ölümünün doğallaştırılmasından geliyor. Roboski’de 34 insanın öldürülmesi “Teröristler geliyordu, o şüpheyle bombaladık” olarak açıklanmıştı, devletin en fazla övündüğü kurumlarından biri istihbarat kurumu. Böylesi bir durumda istihbarattan bilgi alınmıyor ya da bilgi alınmasına rağmen bu eylem gerçekleşiyorsa, şöyle bir durum var burada; Kürt’ün ölümünün normalleşmesi! Burada kaçakçı olarak adlandırılan ticaret yapan gençlerin ya da militanların olmasının bir önemi yok. Bunu bir asırlık devlet siyaseti gösteriyor. Devlet nezdinde Kürt’ün ölümünün normalleştirilmesi, Roboski gibi bir katliamın gerçekleşmesi ve yine çok rahat bir şekilde faillerin cezasız bırakılmasına sebebiyet verebiliyor.
Şüphe açıklaması, “Sınırdan tehdit algıladık” izahı, Roboski Katliamı’nın meşrulaştırılmasında da işlev görebildi. Devlet şiddetinin uygulanmasında imal edilen tehdit algısı, Roboski özelinde nasıl işledi?
Şüphe dediğimiz şey hukukta kanıtlanması gereken durumdur, bir kanıt değildir ve şüpheden dolayı bir ceza verilmez. Roboski’de kesin bir bulgu yok ama “Kalabalık bir grup var, bunlar gerilla olabilir biz saldıralım!” Böyle bir mantıkla hareket ediliyor.
Tehdit algısı çok önemli bir konu. Devlet kurumları bu gerekçeyle yasa dışı silahlı gruplar kurup kullanıyor. Az önce Kürt’ün ölümünün normalleşmesi derken bunu ifade etmeye çalıştım. Sadece herhangi bir siyasal ayaklanma değil, bir toplumun varlığı, 1915’te nasıl Ermeni toplumunun varlığı genç İttihatçılar için tehditse ve ortadan kaldırılması gereken bir kategoriyse, cumhuriyetin başından itibaren Kürt’ün varlığı da öyle. Belki 1915 gibi bir siyaset izlenmedi, zamana yayılan bir katliam ve asimilasyon süreciyle devlet elitleri Kürt nüfusun Türkleştirilebileceğini düşündüler. Devlet hem Türkleştirmek istediklerine hem de buna direnenlere karşı şiddet uyguladı. Devlet hafızası, devlet aklı böylesi bir tarihsel arka planla çalışıyor. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana gelen süreci baz alırsak Kürtlere karşı işlenen suçlar söz konusu olduğunda kimse cezalandırılmıyor. Devlet içindeki idari ve askeri bürokrasinin hepsinde bu algı yerleşmiştir. Mahkemede, “Devletin bekası, devlet çıkarı, devletin güvenliği derim, kendimi kurtarırım” anlayışı hakim! Devletin askeri ve idari bürokrasisinde böyle bir hafıza oluşmuş. Roboski Katliamı da neticede sorgulanmayan bir şüpheyle bir emir komuta zinciri sonucu gerçekleşiyor.
BİRBİRLERİYLE ÇATIŞMA HALİNDE OLSALAR DA ORTAK POZİSYON ANTİ KÜRT POZİSYONU
2011 yılı haziranında AKP’nin yüzde 49 oy aldığı bir seçim yaşanıyor, yeni anayasa müzakereleri yapılıyor, AB ile ilişkiler yükselme eğilimine giriyor, yılın ilk yarısında AKP iktidarının Kürt sorununda “açılım” hamlesi geliyor ancak yaz sonunda yeniden çatışmalı süreç başlıyor. Çok kaba özetlenen 2011’deki bu siyasi atmosferde Roboski’yi ortaya çıkaran esas izlek için nereye bakmalı?
Aslında 2008’lerden itibaren Türkiye’de enteresan dönüşümler olmaya başladı. Bir taraftan Ergenekon soruşturmaları, diğer taraftan PKK ile devlet arasında Oslo görüşmeleri başladı. 2009’da ilk KCK operasyonları yapıldı, 2010’da balyoz davası açıldı. 2008-2011 arası için, devlet içerisindeki farklı grupların Kürtler üzerinden birbirlerine mesaj verdikleri bir dönem diyebiliriz. Bir taraftan bahsettiğiniz Kürt meselesinde açılım, Oslo görüşmeleri yapılırken, diğer taraftan devlet içinde daha önce çeşitli eylemlerde bulunmuş ve devletin gücünü kendi grup çıkarları için kullanan Ergenekon, Balyoz, derin devlet, adına ne diyeceksek bir grubun davaları var. 2008 sonrası devlet içinde karşılıklı bir satranç süreci başlıyor ve Kürtler burada kurbanlaştırılıyor. Birbirleriyle çatışma içinde olsalar da tüm grupların ortak pozisyonu Antikürt pozisyonu. Sonradan “Roboski’yi Gülenciler yaptı” dendi, bir ara “Ergenekoncular yaptı”, bir ara “Hükümet talimatı verdi” dediler. Herkes birbirini suçladı ama ortada bir katliam var ve bunu yapan devletin ordusu, devletin kurumları. Emir komuta zinciri içinde yürüdüğü için bu baştan sona rahatlıkla tespit edilebilir fakat bu sorumluluğu birbirine atma, muhatap bırakmama, muhatapsızlık hali Roboski gibi bir katliamı tamamen cezasızlık çemberi içinde bırakarak görünmez kıldı.
YAZININ TAMAMI:https://www.evrensel.net/haber/451085/dr-ayhan-isik-roboski-cezasizlik-cemberi-icinde-gorunmez-kilindi